Amerikan basını, Beyaz Saray kaynaklarına dayanarak Amerika'nın israil'deki başkentini Kudüs'e taşımaya hazırlandığını iddia etti.
Kısa süre içerisinde bunun sansasyonel bir haber olmadığı ve bilinçli bir şekilde sızdırıldığı ortaya çıktı. Görünen o ki, Amerika artık daha açık hamlelerde bulunması gerektiğine karar vermiş.
Aslında 1967'de israil tarafından önce işgal sonra ilhak edilen Doğu Kudüs meselesi Araplar ile israil arasındaki en önemli ayrışma noktalarından birini oluşturuyor. Şimdiye kadarki tüm müzakerelerde en ciddi mesele Kudüs'ün statüsü ve gelecekte paylaşılıp paylaşılmayacağı konusuydu.
Arap dünyasında israil ile ilişkilerini her zaman iyi tutmuş olan Ürdün ve Mısır'ın dışında en azından görünürde bir “Kudüs hassasiyeti” göze çarpıyordu. israil ile diplomatik ilişki kurmayı kabul etmeyen bu ülkeler, konferans ve bildirilerde sürekli 1967 öncesi sınırlara dikkati çekiyor ve ancak bu temelde bir anlaşmanın mümkün olabileceğini vurguluyorlardı.
Avrupa solu farklı tonlarda kendini gösterse de genelde israil'in oldu-bittilerine karşı çıktı. Bu, bazen çok sönük de olsa kimi durumlarda israil yönetimini rahatsız edecek seviyelere kadar çıktı. Amerika'nın son hamlesi konusunda da Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Amerika'nın hamlesine karşı çıktı ve “Biz kesinlikle delegasyonumuzu taşımayacağız” açıklamasında bulundu. Mogerini, bu tutumlarına, 1980 tarihli BM kararını ve “Bölgede yeni gerilimler istemedikleri” gerekçesini gösterdi.
Amerika'nın bu tutumu ise yeni değil. Bazılarının bu hamleyi Trump'la ilişkilendirmesi de doğru bir açıklama değildir.
Amerikan Kongresi, Beyaz Saray'da Demokrat Partiden Bill Clinton varken israil Büyükelçiliğinin Kudüs'e nakliyle ilgili yasayı 1995 yılında kabul etmişti. Ancak kabul edilen bu yasa şimdiye kadar uygulanmadı. Amerikan Kongresi kararının uygulamaya konması ulusal güvenliği tehdit edeceği gerekçesiyle günümüze kadar altışar aylığına ertelenmişti.
Bu arada 1995 yılıyla ilgili ilginç bir ayrıntıdan da söz edeyim:
1993 yılının Eylül ayında Amerikan Başkanı Clinton'un girişimleri ile israil ve Filistin heyetleri arasında görüşmeler yapıldı ve nihayet 13 Eylül tarihinde “Oslo anlaşması” imzalandı. Anlaşmaya imza atanlar, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat ile israil Başbakanı İzak Rabin idi. Bir sene sonra Arafat, Rabin ve Perse'e “Nobel barış ödülü” verildi.
Anlaşma Filistin tarafının birçok haklarından vazgeçmesi karşılığında “Barışa kavuşma” üzerine bina edilmişti. Kudüs gibi hassas konuların çözümü ise “süreci tıkamasın” diye sonraya bırakılıyordu.
Oslo anlaşmasına hem Filistin'den hem de israil'den ciddi tepkiler vardı.
HAMAS'ın açıklamaları sonrası Arafat, anlaşmanın arkasında durmuş ve karşı çıkanları cezalandırmaktan söz etmişti.
israil'de ise tepki çok sertti.
4 Kasım 1995'te Yigal Amir adındaki aşırı sağcı bir israilli öğrenci, başbakan İzak Rabin'i öldürdü. Bu cinayeti işleyen kişi “Oslo anlaşmasına” tepki gösterdiği için eylemi yaptığını savundu; ama mesele “bireysel bir eylem” diye tanımlandı ve kapatıldı. Kimse cinayetin arkasında başka bir şeyler olabileceğini düşünmedi/düşünmek istemedi.
Herkes Rabin'in cenazesinde gözyaşlarını mendille silen Ürdün Kralı Hüseyin'e odaklanmışken Amerika'da farklı bir plan devreye konuyordu.
Amerikan Kongresi Rabin öldürüldükten bir ay sonra Telaviv'deki ABD büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınmasına karar verdi. Ve o zamandan şimdiye kadar bu karar sürekli 6 aylığına erteleniyor. İşte bu hafta yine bir 6 ayın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Amerika için belki de en uygun zamandayız. Arap ülkelerinde yeni bir yapılanma ve siyasi konumlanma gündemdeyken Amerika adım atmak istemektedir. Özellikle Suudi ve BAE'nin başını çektiği Arap bloğu, israil ile diplomatik ilişki arayışındayken Kudüs konusu da halledilmeye çalışılmaktadır.
Suriye iç savaşla boğuşmakta, Gazze ciddi bir abluka altında bulunmakta, Yemen'de insanlıkdışı bir savaş devam etmekte, Türkiye'ye karşı küresel bir operasyon yapılmaktadır. Coğrafya tahrip olmuş, insanlar mülteci durumuna düşürülmüş, zihinler büyük bir yıkım, çöküş ve umutsuzluk ile savrulmuştur.
İşte bu durum Amerika ve israil'in elini rahatlatmaktadır.
Ama umulmadık anda umulmadık darbeler yemeleri de mümkündür.
Asıl olan Allah'ın planıdır.
“Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal/30)