Amerika'nın seçiminde dış politika (2)

Obama ve Romney'in Florida'da tartıştıkları dış politika başlıkları genel olarak İran'ın nükleer kapasitesi ve İsrail'in güvenliği çerçevesinde müdahale olasılığı, Rusya ile ilişkiler, Pasifik ve Çin, Irak ve Afganistan konularıyla sınırlı kaldı

Analizimizin ilk bölümünü şu cümlelerle noktalamıştık : «Cumhuriyetçiler tarafından, 2008 seçimlerinde, sık sık dillendirilen Obama'nın savaş tecrübesizliği dört yıl sonra anlamını yitirdi. Obama'nın sergilediği "performansı" eski rakibi McCain ve diğer Cumhuriyetçiler de kabul ediyor. Obama döneminde klasik manada herhangi bir doktrin ortaya konulmadı; ancak güvenlik konusunda pasif olmakla eleştirilen Demokrat paradigma, Cumhuriyetçilerin dahi eleştiremeyeceği, kabul edilebilir bir çizgiye getirildi.» Şimdi analizimizin ikinci bölümünde « güç kullanımına » itirazı olmayan iki adayın, Obama ve Romney'in, daha spesifik konular hakında ki görüş ve önerilerini, gelişmeler ışığında, mercek altına alacağız.

Obama ve Romney'in Florida'da tartıştıkları dış politika başlıkları genel olarak İran'ın nükleer kapasitesi ve İsrail'in güvenliği çerçevesinde müdahale olasılığı, Rusya ile ilişkiler, Pasifik ve Çin, Irak ve Afganistan (ilk bölümde değindik) konularıyla sınırlı kaldı.

Rusya-Çin

Rusya ve Çin konusunda, Romney'in son bir yıldır sarf ettiği sözler, uzun zamandır tartışmalarda ifade edilmeyen ve duyanları hayrete düşürecek ifadelerle dolu. Rusya'yı Amerika için birinci tehdit olarak gördüğünü ifade eden Romney seçilmesi durumunda Obama'nın frenlediğini iddia ettiği füze kalkanı projesini hızlandıracağını, bununla birlikte İran, Gürcistan ve Suriye dosyalarında, Rusya'nın Güvenlik Konseyi'nde takındığı tavır sebebiyle cephe alacağını söylüyor. Obama'nın Rusya konusunda son dört yıl sürdürdüğü tutumu sürdürmesi bekleniyor. Rusya ile imzalanan START antlaşması da Obama açısından kazanılmış bir başarı olarak kabul edilmeli. Aslında Romney'in Rusya'yı gündeme getirmek suretiyle eski bir korkuyu uyandırmak istediği anlaşılıyor. Ne var ki, Rusya hakkında ifade ettiklerini, kendi saflarında dahi, ciddiye alan pek kimse çıkmadı.

Romney'in Rusya'nın dışında Çin'le ilişkileri de gözden geçireceği anlaşılıyor. Çin'in periyodik olarak gerçekleştirdiği devalüasyonlara tepki göstereceklerini ifade ediyor. Çin'i Amerika'nın içinden geçtiği ekonomik ve sosyal krizden sorumlu tutuyor. Ancak Romney, Çin'in hazine tahvilleri alarak (borç vermek anlamına geliyor) krizin derinleşmesini önlediğini unutuyor. Obama, Çin konusunda Florida'da yaptığı konuşmada, « Çin'in bir partner olabileceğine inanıyoruz; ancak açık bir mesaj da gönderiyoruz, bölgede bulunmaya devam edeceğiz; çünki Amerika Birleşik Devletleri bir Pasifik gücüdür. » diyerek Pasifikte beliren « dalgalanmaların » ve « çevrelemenin » devam edeceği sinyalini verdi.

Amerika'nın son yıllarda ama özellikle Obama döneminde Pasifik'e yoğunlaştığı biliniyor. Tehdit algısının Asya'ya kaydığı ve gücü giderek artan Çin'in Amerikan menfaatlerine rakip olduğu ve şimdiden müdahale edilmediği takdirde ilerde durdurulamayacağından korkuluyor. Amerika'nın askeri varlığı yeni değil, 7. deniz filosu Pasifik'te, ayrıca Güney Kore'de ki askeri varlığıyla bölgede önemli bir askeri güce sahip. Buna rağmen kartların yeniden dağıtıldığına tanık oluyoruz. Amerika var olan üslerinin yanı sıra « places not bases » konsepti çerçevesinde denizlerdeki hakimiyetini artırmanın yollarını arıyor. Washington, limanlarını açması konusunda Manila ile yakın temasta. Filipinler gibi Vietnam'da Çin'le denizlerde ki ihtilaflarını Amerika'nın varlığıyla dengelemeye çalışıyor. Hillary Clinton'un Temmuz ayında gerçekleşen ASEAN Zirvesi'ne geçmeden Vietnam'ı ziyaret etmesi bu sebepten.

Bu ülkelere Endonezya, Yeni Zelanda (Haziran'da askeri antlaşmalar imzalandı ve yirmi yıl sonra yeniden birlikte ortak tatbikatlar yapıldı) ve Avustralya'da dahil edilmeli. Yeni Zelanda ve Avustralya çekincelerine rağmen Washington'un taleplerine olumlu cevap vermek durumunda kaldılar. Ancak Çin de boş durmuyor. Özellikle, düne kadar Amerika'nın yakın müttefiki kabul edilen Tayland'la yakın temasta. Ortak askeri tatbikatların yanı sıra Pekin, Bangkok'a denizaltıları satmaya hazırlanıyor. Birmanya'da son bir yıldır yaşanan siyasi değişimin, Çin'in askeri cuntayla geliştirdiği iyi ilişkilere rağmen, dış politika tercihlerine yansımasından korkuluyor. Bu durum Çin'i temaslarını artırmaya zorluyor. Liste uzatılabilir. Ancak Asya'da beliren hareketliliğin Çin-Tayvan ihtilafında olduğu gibi (1996), Daioyu adaları kriziyle son aylarda zirveye ulaşan Japonya (Amerika)-Çin ihtilafının, kırmızıçizgilerin aşılmasıyla, bölgenin geleceği (dengeleri) üzerinde önemli etkileri olacağını düşünüyoruz.

Amerika gelecek dört yıl için sandık başına gitmeye hazırlanırken, Çin'de yeni kadrolarına belirlemek üzere 8 Kasım'da Komünist Parti Kongresi'ni topluyor. Çıkacak isimler ülkenin yeni vitrinini oluşturacak. Son bir yıldır parti içinde yaşananlar polisiye romanlarına konu olabilecek türden. Bo Xilai'ın düşüşü, parti içinde yaşanan savaşı gözler önüne seriyor. Çin'in geleceğini, dış dengelerden çok, asıl iç dengeler belirleyecek (askeri harcamalarından çok daha fazlasını iç güvenliğine harcıyor).

İran-İsrail

İran konusunda, tarafların konuyu İsrail'in güvenliği çerçevesinde ele aldıkları yaptıkları açıklamalardan anlaşılıyor. Obama ve Romney, İran'a müdahaleye karşı çıkmıyor. Sadece Obama diplomatik sürecin tamamlanması gerektiğini söylerken, Romney kritik eşik yakalanmadan (İsrail'in savunduğu tez) müdahale edilmesi gerektiğini savunuyor. Romney'in İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu ile 1970'lerden bu yana tanıştıkları ve yakın bir arkadaşlıkları olduğu biliniyor. Ayrıca, seçim kampanyasını destekleyenlerin arasında dolar milyarderi ve İsrail lobisinin güçlü isimlerinde Shelton Adelson'un bulunması İsrail'in tercihini ortaya koyuyor. Netenyahu son gerçekleştirdiği Washington ziyaretinde de tercihini gizlemedi. Liderlerin tartıştıkları İran'a doğrudan bir askeri müdahale, ne var ki Amerikan Yönetimi'nin 2010'dan bu yana İran'la siber savaşta (Stuxnet virüsü) olduğu biliniyor (David Sanger, Confront and Conceal).

Her iki adayın İsrail-Filistin meselesine yaklaşımlarında sonuç itibariyle bir fark kalmadı. Şöyle ki, Romney barış sürecine inanmazken ve Filistinlileri suçlarken, Obama başarısız denemesinden sonra konuyu tekrar gündeme getirmeme konusunda kararlı görünüyor. Seçilmesi durumunda da yeni bir denemenin yapılması beklenmiyor. İsrail ile ilişkileri normalleştirme ve tansiyonu düşürme adına, seçim öncesi, İsrail'in 18 Ekim'de duyurduğu Doğu Kudüs'te 800 yeni konut inşası projesine herhangi bir tepki, açıklama gelmedi. Washington'da ki sessizliğin 6 Kasım tarihinden sonra da değişmeyeceğini düşünüyoruz. Seçime giden İsrail'de adayların açıklamaları olumlu karşılanırken, Filistin cephesinde gelecek dönemin çok daha çetin geçeceği endişesi hakim.

Ortadoğu'da genel anlamda yaşanan değişimi « desteklediklerini » söyleyen adaylar Libya'da oynadıkları role benzer bir rolle geride durmayı ve « müttefik » bölge güçlerinin desteğiyle süreci desteklemeye devam edeceklerini ifade ediyorlar. Suriye'de yaşananlara da bu perspektiften yaklaşıyorlar. Asya'ya yapılan açılımın dışında, geri durmasının bir diğer sebebi de genel anlamda bölgede ki imajının olumsuz olmasıyla da ilintili. Ancak tamamen ilgisiz kaldıklarını söylemek mümkün değil.

Latin Amerika-Avrupa

Adayların konuşmalarında Latin Amerika ve Avrupa yoktu. Avrupa, ikinci tartışmanın bir yerinde İspanya'da yaşanan ekonomik krizle gündeme geldi. Transatlantik ilişkilerin Avrupa olmaksızın düşünülemeyeceğini göz önünde bulundurduğumuzda, ilişkilerin gelecek dönemde de yoğunlaşarak devam edeceğini söyleyebiliriz. Washington, özellikle güvenlik konularında tek taraflı işleyen ilişkinin sürdürülmesinden yana. Latin Amerika konusunda adayların sessizliklerini korumaları, arka bahçelerini unuttukları veya ilgisiz kaldıkları anlamına gelmiyor. Amerika'yla doğrudan komşu olmasına rağmen Meksika'nın zikredilmemesi ilişkilerin tozpembe bir süreçten geçtiği anlamına gelmiyor. Narko teröre karşı verilen mücadelede Amerika'nın sattığı silahların, çatışmalarda, altmış bin sivilin hayatına mal olduğu bilgisi gibi, çarpıcı sonuçlarının gündem gelmesini istememeleriyle alakalı olduğunu düşünüyoruz (Amerika'da yaşayan Latin Amerikalıların Obama'ya oy vermesi bekleniyor. Romney'in bunu oy avantajına dönüştürmesi mümkündü ama yapmadı).

Tartışmalarda beliren bu sessizliğin Amerika'nın son dört yılda Latin Amerika'ya hiç müdahalle etmediği anlamına gelmiyor. Honduras'ta yaşanan darbenin ardında Washington'un olduğu düşünülüyor, Venezüella'da ki muhalefet dolaylı yollardan Amerika tarafından destekleniyor, Küba'ya uygulanan ambargolar kaldırılmadı... Obama seçildiğinde, 2009'da katıldığı 5. Amerika Devlet Başkanları Zirvesi'nde, Hugo Chavez'in elini sıktığı günden bu yana köprünün altından çok sular aktı. Latin Amerika'nın çeşitli ülkelerinde vizyon farklılıkları olmakal birlikte sosyalist iktidarlar iş başında. Obama'nın 2009'da vaadettiği "eşitler ilişkisi" gerçekleşmedi; ancak sesini gerektiğinde duyurmayı başaran bir Latin Amerika var bugün. Son olarak Cartagena'da gerçekleşen 6. Amerika Devlet Başkanları Zirvesi'nde Amerika Birleşik Devletleri sesini duyuramadan zirveden ayrıldı. Amerikan alt kıtasında yaşanan bu dönüşümün başlıca sebepleri arasında, bölgede yükselen Brezilya'nın varlığı, Amerika'ya olan bağımlılıklarından kurtulmaları (tersi de yok değil, Venezüella Amerika'ya petrol satarken, muhalif duruşunu sürdürüyor) ve ticari partner bulma noktasında sıkıntı yaşamamaları ifade edilebilir.

Sonuç olarak, haber-analizimin sınırları içinde tek tek bütün bölgeleri ele almamız mümkün değildi. Bu sebepten adayların tercihlerini göz önünde bulundurarak, gelişmeler ışığında, bakışlarını yansıtmaya çalıştık. Obama, periferik veya bölgesel güçlere dayanmak suretiyle, ileri çıkmasını gerektirmeyecek şekilde, "sorumlulukların paylaşılmasını" önceleyen bir dışpolitika çizgisini savunurken, Romney'in prensipte buna itirazı olmadığı; ancak G. W. Bush döneminde olduğu gibi, bölge güçlerini "siyah-beyaz" tercihlere zorlayacağını tahmin ediyoruz.

Adayların, gelecek dönem konuşulacak İran konusunda, belirsizlikleri göz önünde bulundurmaksızın (Suriye'de ki iç savaşın sürmesi veya sonlandığında belirecek yeni dengeler, Lübnan Hizbullahı'nın tutumu, müdahale durumunda Hürmüz Boğazı'nda yaşanacaklar...), güç kullanımı konusunda fikir birliği içinde oldukları anlaşılıyor. Obama tekrar seçilmese de, döneminde ciddiyetle üzerinde çalışılan, Çin'i çevreleme harekâtının sürdürüleceği ve "Amerikan bin yılının" düşünür ve elitlerinin dış politika üzerinde ki etkileri sürdükçe  "Amerikan realizminin" dış politikayı yönlendirmeye devam edeceğini düşünüyoruz. dünyabülteni


 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.