Yeni cumhurbaşkanlığı sistemini içeren Anayasa değişiklik paketinin Mecliste oylanması çok renkli görüntülere sahne olmaktadır. Şüphesiz en renkli görüntüler CHP milletvekillerinin hırçın söz ve davranışlarıydı. Kaba kuvvet, mızıkçılık, kürsüyü işgal etme, bacak ısırmadan kendini mikrofona kelepçelemeye kadar birçok farklı yol ve yöntemlere başvurdular. Hem suçlu, hem güçlü misali olanca sesleriyle kendilerini masum ve mağdur göstermekten de geri kalmadılar.
Hâlbuki ülkenin geleceğini bu kadar yakından ilgilendiren bir meselede üzerlerine düşeni yapmış olsalardı hem kendileri hem de bu halk için daha hayırlı olacaktı. Ama maalesef sahip olmuş oldukları zihniyet ve tıynetleri buna izin vermiyor. Bu sadece mecliste değil, her yerde bu söz ve davranışlardan geri durmamaktalar.
Hiç unutmam. Yaklaşık bir yıl önce İstanbul'dan Diyarbakır'a gidecektim. Aynı uçakta öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı'nın cenazesine katılmak için Diyarbakır'a gidecek epey bir avukat kitlesi vardı. Uçağın kapıları kapatılıp kalkmak üzereyken bir sarsıntı hissettik. Uçağa bir şey çarpmıştı. Meğer merdiven uzaklaşırken kanatlara çarpmıştı. Tabi uçağın teknik ekipçe kontrol edilmesi vs. zaman aldı ve bu uçağın kalkamayacağı, başka bir uçakla gideceğimizin anonsu yapıldı. O ana kadar uslu uslu oturan sözde medeni bay ve bayanlar bir anda bağırmaya, çağırmaya başladılar. ‘Bu bir provokasyondur, bu cenazeye gitmememiz için yapılmış bir sabotajdır, Türkiye'nin her tarafında Diyarbakır'a uçakların kalkmasına izin verilmiyor' sözleriyle hükümet, o dönemki idarecilere küfürler hakaretler edilmeye, hostes ve pilotlara sözlü ve fiili saldırılara başladılar. Sosyal medyada kıyameti kopardılar.
Bir an öyle bir şey olabilir mi diye düşündüm. Olay açık ve netti. Pencereden çarpan merdiven gözüküyordu. Kaldı ki Diyarbakır'da binlerce insan bu cenazeye katılacaktı. Bir iki uçaktaki tüm yolcular dahi olsa, bu cenazede olması ya da olmaması neyi değiştirecekti? Zihniyet ve tıynetlerini düşününce bu hallerini aynel yakin anlamaya başladım. Bu gürültü, bağırma ve çağırmalar bizi başka bir uçağa alıp havalanıncaya kadar devam etti.
İşte zihniyetleri budur. Barış derler, şehirleri savaş alanına çevirir, canlı bomba patlatırlar. Demokrasi derler, milli şef oluverir, halk düşmanı en acımasız diktatör kesilirler. Din-düşünce özgürlüğü derler, halkın inancına düşman olurlar. Bağımsızlık derler, ülkeyi emperyalistlere peşkeş çektirirler. Hem vurur hem de mağdur rolünde avazları çıktığı kadar bağırırlar. Halkın iradesi lehlerinde olunca ‘işte demokrasi, halk iradesi' diyerek her türlü tasarrufta bulunurlar. Halkın iradesi -hiçbir zaman halkın oylarıyla işbaşına gelemediler- kendi lehlerinde olmadığı zaman da darbe gibi farklı yol ve yöntemlere başvururlar. Halkı küçümseyen, tahkir eden, ‘benim ve bir çobanın oyu bir midir' diyerek kendilerini halkın gücü üzerinde görürler.
Allah'u Teâlâ bu güruhu “Kendilerine ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde biz sadece ıslah edicileriz, derler” (Bakara: 11) ‘…Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar…' (Münafikun: 4) ayetleriyle bize tarif etmiştir.
Allah bizi bu zihniyetin şerrinden muhafaza etsin…