Herkes tarafından bilinen bir hakikat vardır. Ekmek hayatın olmazsa olmazıdır. Ama ekmek bir anda elimize hop diye düşmez. Belirli bir silsile ile bize ulaşır. Önce buğday tarlaya ekilir. Bakımı yapılır. Aylarca beklenir kışın soğuğunu, baharın esenliğini ve yazın kavurucu sıcağını görür ve olgunlaşır. Ürünü devşirme zamanı gelir ve işçiler harıl harıl ter döker. Buğday alınır, öğütülür. Un haline getirilir. Taşınır mekanlardan mekanlara, diyarlardan diyarlara… Ve fırıncının eline düşer ıslatılır, mayalanır, bekletilir ve şekil verilir. Sonra fırına ateşe verilir, ısıtılır, kızartılır. Ondan sonra sofralarımıza, bize ulaşır. Hiç birimiz elimize ekmeği aldığımızda tüm bu aşamaları düşünmeyiz. Sadece anı yaşarız. İnsanın büyük bir zaafı da bu olsa gerek anı yaşamak, ana takılıp kalmak…
İşte aynen böyle davalar, hareketler, yapılar aşamalardan aşamalara geçerler. Kışları, baharları, yazları hissederler. Bazen kışın zemheriri sarsar onları, bazen yazın sıcağı kavurur davaları. Ama yine de yürümeye devam ederler, yürümelidirler.
İşte bizler kökü yıllara varan bir gidişatın sahipleriyiz. Şehidlerin kanıyla suladığı bir davanın salikleriyiz. Zindanları halvet bilen, sürgünleri hicret gören bir düşüncenin müntesipleriyiz. Yıllar öncesinde bu topraklara ekilen tohumlar, kışları gördü, esenlikleri hissetti. Böylece bu günlere geldi.
Ve bugün Türkiye Müslümanları yeni yeni aşamaları hissediyorlar. Doğusundan batısına farklı farklı mevsimler yaşansa da kışın bittiğini herkes kabul ediyor. Ama henüz serüven bitmedi. Daha yürüyecek çok yol var. Daha görecek nice mevsimler var. Ürünün devşirme zamanına kadar daha görecek çok günler var.
Mevsimleri tebdil edip değiştirmek biz insanoğlunun elinde değil. Mevsimlerin tebdili yaratanın hükmü. O ne zaman dilerse mevsimler o zaman tebdil edecek. Kışı nasıl biz getirmediysek, baharın, yazında sahipleri bizler değiliz. Öyleyse bizim işimiz mevsimlerle ilgilenmekten çok attığımız tohumu sağlıklı yetiştirmek olmalı. Toprağa atılan bu tohumun bakımını yapmak, onu sahiplenmek, zararlı haşerattan korumak gibi bir vazifemiz var. Evet bizim korumamız, kollamamız gereken bir davamız var. Yüce İslam davası, nur yolu, Allah aşıkları, hakikat çizgisi, hak ve hakikat taraftarlığı…
Kışın bittiğini az öncede söyledik. Bunun en büyük delili kitabın bağrından yükselen güneş yani HÜDA PAR’dır. Hidayete, hakka ve hakikate çağrı. Dürüstlük ve fedakarlığa çağrı. Kullara kulluğa son verip gerçek hürriyete çağrı. HÜDA PAR bir kışın sonunda doğdu ama yürüyecek daha uzun bir yolu var bu topraklarda. Daha doğduğu andan itibaren büyük ümitleri içinde barındırarak geldi dünyaya. Yılların tecrübeleriyle yoğrulmuş olgun bir kadroyla çıktı yola ve bir anda yeni ümitlerin adı oldu. Elbette bir günde her şeyi değiştirme Sünnetullah’a aykırı lakin bu çıkış büyük bir toplumsal değişim ve dönüşümün anahtarı, fihristesi.
Şimdi gelelim asıl meseleye. Herkes bu seçimde HÜDA PAR ne yapar, diyor. Cevap çok net “HÜDA PAR yapması gerekeni yapar” yani çalışır, çabalar, gayret eder. Gerisini ise Yaradana bırakır. Allah Azimuşşan bu toplum için neyi irade etmişse o gerçekleşecek. Bizler ümitvarız. Ümitli olmak zorundayız. Atalet, ümitsizlik bize yakışmaz. O yüzden ümitlerimizi canlı tutmak zorundayız. Şundan eminim ki 30 Mart gecesi bu ülkenin gündemi HÜDA PAR olacak. Bizler cadde cadde, sokak sokak, ev ev, fert fert davamızı ulaştırmaya devam etmeliyiz. Gayretimize gayret katmalı, sabır ile ilmik ilmik hakkı ve hakikatı, HÜDA PAR’ı gönüllere işlemeliyiz. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler...
Selam ve dua ile…