Amerika, Türkiye ve PYD üçgeninde ilginç bir durum yaşanıyor.
Amerika, eskiden olduğu gibi şu sıralarda da kara gücü olarak faydalanmak istediği Türkiye'yi Suriye sahasına girmeye fazlasıyla zorluyor, ama Türkiye buna yanaşmıyor.
Türkiye, yarım ağızla özellikle şu sıralarda reddedilse bile Suriye'ye girmek istiyor, ama başta Amerika olmak üzere Batılı müttefiklerinden hiçbir şekilde destek işareti görmüyor.
Bu çapraz/çelişik gibi duran Suriye'ye karadan girme işinde PYD ise yine iki tarafça da en elverişli enstrünman olarak kullanılıyor.
“Ne demek şimdi? Amerika istiyor, Türkiye yanaşmıyor; Türkiye istiyor, Amerika yanaşmıyor.” şeklinde bir soru hemen aklınıza gelmiştir. Duruma bakılırsa aynen böyle bir durum yaşanıyor ve bunda da zannedildiği gibi bir çelişki de bulunmuyor.
Karadan yapılması gerektiği taraflarca düşünülen müdahale, şekil, kapsam, öncelik ve hedefler açısından önem arz ediyor. Ancak müdahale için tarafların uygulama ajandası, şu an için sadece farklılık arz etmekle kalmıyor, birbiriyle çelişiyor. İşte tezat da bu noktada nüksediyor.
Amerika, Türkiye'nin kendi ajandasıyla değil, Washington'un bölgesel müdahale ajandası çerçevesinde bir kara müdahalesi için Türkiye'yi zorluyor.
Türkiye ise, Suriye'de yaşanan son gelişmeleri “Ulusal güvenlik sorunu” olarak değerlendiriyor. Olası müdahale ihtimallerini de kendi belirlediği bu “Güvenlik sorunu” üzerinden yapmak istiyor.
Amerika, Türkiye'nin “Ulusal güvenlik” belirlemelerini “Bölgesel müdahale” ajandasına aykırı bulurken, Türkiye de “Bölgesel müdahale ajandasını” ulusal güvenliğine aykırı buluyor. Bu da yaşanan tezatın niteliğini kamuoyu önünde karşılıklı restleşmeye kadar götürüyor.
Türkiye ile Amerika arasında kara harekâtı üzerinden yaşanan bu çelişki, müdahale açısından araçsallaştırılan PYD/YPG üzerinden yürütülüyor. Türkiye, kendi ajandasıyla müdahale etmek için ana gerekçeye indirgediği “Ulusal güvenlik sorununu” tamamen PYD/YPG'nin domine edilen hareketliliği üzerine bina ediyor. Amerika da aynı şekilde Türkiye'yi Washington'un bölgesel ajandası doğrultusunda kara harekâtına zorlamak için tüm yatırımını şu anda PYD/YPG üzerinden devreye koymuş bulunuyor.
Şu anda Türkiye ve Suudi bağlantılı müttefikleriyle kara harekâtına odaklanıldığı halde bunun yılan hikâyesine dönüşmüş olmasının altında da Amerika ile Türkiye arasında yaşanan bu çelişki yatıyor.
Bu çelişkiyi aşmak için öyle anlaşılıyor ki tarafların diplomasiye dayalı ikna çabaları kilitlenmiş bulunuyor. Hal böyle olunca da çelişki düğümünün çözümü, tarafların birbirlerinin sinir uçlarına dokunmasıyla aşılmaya çalışılıyor.
Amerika, Türkiye'nin hassas olduğu PYD/YPG üzerinden Türkiye'yi müdahaleci tezlerine mecbur etmeye çalışıyor. Bununla ilgili sahada PYD/YPG'nin alan kazanması için sunduğu desteğe ek olarak neredeyse her gün sözcüleri vasıtasıyla Amerika'nın verdiği çelişkili PYD mesajları hem Türkiye'nin sinir uçlarına basmak anlamına geliyor, hem de Türkiye'yi kendi tezlerine mecbur bırakmaya zorluyor.
Türkiye'nin Azez ve çevresinde PYD/YPG mevzilerine yönelik başlattığı seri top atışları da, bir yönüyle PYD/YPG'ye yönelik mesajlar taşısa da, mesajın asıl önemli yönünü, Amerika'nın dayattığı tezlere verilen fiili bir tepki olarak okumak gerekiyor.
Ve Ankara patlaması…
Bu patlamayla verilmek istenen mesajın önemli bir bölümünün Suriye sahası ve saha üzerinde Amerika ile Türkiye'nin PYD ekseninde yürüttüğü sinir savaşıyla ilgili olduğunu söylemek için herhalde kâhin olmak gerekmiyor.
Ankara gibi en korunaklı şehirde, şehrin en korunaklı bölgesinde, en korunaklı askeri kurum personelini hedef alan vahim nitelikteki bombalı saldırı, çok önemli mesajlar içermekle kalmıyor.
Suriye sahasına bakan yüzüyle verilen-alınan bu mesajın mutlaka etkili yansımaları olacaktır.
Olası yansımalarından mesajı veren taraf(lar) mı avantajlı çıkacak, yoksa mesajı alan taraf mı?
Bekleyip görmek lazım!