Bazı insanlar var ki dünyaya baş kaldırır. Daha küçük yaşlarda fark etmişlerdir bir yerlerde bir yanlışın olduğunu. Ama birçok insanın aksine bu durumu kanıksamazlar, baş kaldırırlar. Bir baş kaldırıştır belki de hayatımızı daha güzel yapacak olan. Toplu bir baş kaldırış... Kalıplaşmış düşüncelere ve dayatılan sistemlere... Hayatın trafik ışıkları olmayan yolunda, yürümeyi bırakıp uçmak, düşünerek kanat çırpmak... Kağıtlarda yazmayan ancak zihin levhasına kazınmış yanlışları ve dogmaları zihinden söküp atmaktır lazım olan. Sürü psikolojisinden kurtulmak, tam anlamıyla baş kaldırmak... Dokuz köyden kovulacağını, hor zihinlerin hor bakışlarına maruz kalacağını bile bile ... Bilinçli bir baş kaldırış...
Kapkaranlık dünyada zihinleri aydınlatan ve zihinlerimizi aydınlatmayı hayatlarının bir ereği haline getiren nadide insanlar var. Sesleri ne kadar kısılmak istense de “2+2=4” kadar hakikidir onların söylemleri. Yürüyüşleri su gibi yolunu bulur ve çağlara akar. İşte o nadidelerden biri de “Sayın İnsan, bir dakika düşünmez misiniz?” diye sesleniyor bizlere. Soy ismiyle adeta müsemma olan, büyük yürüyüşçü Nuri Pakdil...
Birçokları onu “Kudüs Şairi” olarak bilir. Zira Kudüs onun kol saatidir. Halbuki o kökleri Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul olan kolları tüm İslam coğrafyasını saran ulu bir çınar gibidir. Mekke onun nazarında sadece namazda yöneldiğimiz yer değildir, gönlü Mekke'yi kıble edinmiştir kendine. Medine Sevgili Peygamberinin varlığı sebebiyle özeldir. İstanbul hiç kopamadığı bir sevgilidir. Ama Kudüs denince içi sızlar, Kudüs onda gönül yarasıdır adeta. Tüm Müslümanların kalplerinde bu yara olmadıkça, “Kudüs" adı geçti mi yürekleri sızlamadıkça kurtulamaz Kudüs onun nazarında. Gönülleri Mekke'yi kıble edinip, yüce kitap kavranmadıkça daha çok ağrıyacaktır boyunları Müslümanların. O bir dava adamıdır, tüm mazlum halkları dert etmiştir kendine, o yüzden “Boyunları Batı'ya bakmaktan ağrıyan Müslümanların” neden bir kez olsun dindaşlarının haline bakmak için boyunlarını çevirmediklerini sorgular durur. Gazetelerde, kitaplarda seslenir insanlara. Zira kalem onun için kılıçtır. Nazlı bir kılıç... Eğer dikkatli kullanılmazsa sahibinin elini keser, bundan sebep özenle kullanır bu kılıcı. Kırmadan, dökmeden, itina ile... Kelimeler onun gönlünden kopup gelmiştir. Ne eksik söyler ne fazla. Yerli yerindedir, kalplere sirayet eder, zihinleri tazeler sözleri. Çağın tüm şatafatına rağmen o hep sade ve öz olmuştur. Paktır cümleleri. Bu sadelik hayatına da aksetmiştir. Öz ve mutlu... Hep güler yüzlü, her ne kadar yüreği kan ağlasa da ...
Kalem denen kılıcıyla Müslümanların kendi elleriyle boyunlarına takmış oldukları ipleri kesmek ister. Almak ister o ipleri Batı’nın kirli ellerinden. Daha hukuk fakültesindeyken fark etmiştir aslında bu ipleri. Ezberlemek zorunda kaldıkları kanunların kendilerini yansıtmamış olmasına yanar. Zihni bunu kabul etmez. Müslüman üretken olmalı, irade sahibi olmalı, kanısındadır ve hiç durmadan yazar, yazar... Ancak bir gün küser insanlığa. 13 yıl boyunca tek kelime etmez. Anlaşılamamaktır onu küstüren. İnzivaya çekilir adeta ve yine kalemi onun dostu, onun Hirasıdır. 13 yılın ardından kitaplarını art arda yayımlar. Nuri Pakdil geri dönmüştür ancak yeni bir dostu vardır: “sükût". Kitapları onun konuştuğu yerlerdir. O, vefatına kadar hep doğru bildiği yolda yürümüştür. “Sükût suretinde de olsa...”.
Sükutu kitaplarında çözülen nice şahsiyetler var. Okunmayı bekleyen, sükutunu çözmemizi bekleyen yazarlar var. Onlar çağın gereği olarak kalemi kendine kılıç edinenlerdir. Onlar eğik boyunların aksine, göğe bakan, göğün öğrencileridir. Üslubu ağır olan çağın, üslubu gönüllere sirayet eden kalemşörleridir. Onlar ilk emre amade, onlar lügatinde samimiyetsizliğe yer vermeyen, onlar birçoklarının aksine Batı'nın herkesi nizama sokmak isteyen cetveline ellerini uzatmayanlardır. Onlar bir kitap kadar uzağımızdalar. “Yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı. Çünkü birlikte yürüyecek kadar güvenmiyor kimse birbirine.” diyor Nuri Pakdil. Bu güzide kalemşörlerin koluna girmeye, safına katılmaya, yalnızlığımızı ve yalnızlıklarını gidermeyene dek, birbirimize güvenmeyene dek Kudüs bizde gönül yarası olarak kalacak. Hayatımıza ve özümüze uymayan yapboz parçaları, öylece kalacak. Ve daha çok batıya bakmaktan boynumuz ağrıyacak. Son sözü Nuri Pakdil’e verelim:
“Bu ellerimizle, bu ayaklarımızla bir şeyler yapamaz mıyız?
Tırnaklarımızla oyamaz mıyız anlamsızlığı?
Bir yol açamaz mıyız, bir metre ötesine?
Biraz ilerideki bir çiçeğe varsak mı?
Belki bir kırlangıca rastlarız
Olasılık...
Belki bir çocuğa
Sıkıştık kaldık ortasında gürültünün.”
Bir metre ötesine yol açmaya var mısınız?