Bundan birkaç yıl önce, bel fıtığımdan dolayı ameliyat olmuştum. Ameliyattan bir ay sonraydı. Kontrole giderken doktoruma herkesin egzersiz hareketleri yaptığını, bana da buna dair bir şey söyleyip söyleyemeyeceğini sordum. Hiç unutmuyorum. Bana baktı, gülümsedi: “Gerek yok.” dedi. “Senin namaz kıldığını görüyorum. Namaza devam!” Donup kalsam da hoşuma gitmişti söyledikleri.
Belki de bakış açısının farklılığına bakmak gerekirdi. Kimi namaza bu doktor gibi egzersiz hareketleri olarak bakarken kimi de işin o kısmını hiç düşünmez. Sahi namaz nedir? Egzersiz hareketleri mi, ibadet mi, hiçliğinin farkına varıp varlığına değer katmak için Yüceler Yücesi’ne teslim olmak mı, yoksa başkaldırmak için baş eğmek mi?
Dedik ya! Bakış açısı farklı olanlar, namazın ruhunu değil posasını görürler. Beden ve sıhhate katkılarını, odaklanmayı ve günlük ritüel olarak bir çeşit meditasyon şeklinde görenler de vardır. Özüne inmeden, kimyasına vakıf olmadan kabuğuyla ilgilenmek bu olsa gerek.
Bir de namazı kılmamak adına bahanelere sığınan başka bir bakış açısı görüyoruz. Bu bahaneleri üretenler, bize yabancı değiller. İmam Hatip veya İlahiyat mezunu olup örtülü olabildikleri gibi sahada aktif görünenlerden de olabiliyor. Mesela namazın dua olup yanlış anlaşıldığını vurgulayan aydınlatmacı(!) yaklaşanlar, namazın kendisini tatmin etmediğini düşünenler ve yaşı yirmiyi geçmesine rağmen henüz hazır olmadığını belirtenler… Nefsini kandıran kandırana.
Namaz için bu gibi düşüncelere dalanların ortak bir özelliği, manevi hayatlarının yıkık ve virane olmasına karşın, maddi hülyalar konusunda zirvelerde dolaşmalarıdır. Arzularının elinde birer oyuncak olduklarının bir türlü farkına varamamaları onları bir kısır döngüde dolaştırıp duruyor. Ha bugün ha yarın derken yaşanılan bi-namaz hayatın zehirli bir sarmaşık misali ruhlarının derinliklerini de karanlıklara boğduğunu fark etmemeleri, daha çok yalnızlaşmalarını beraberinde getiriyor. Her ne kadar ruhlarının bir yerinde henüz vicdanları tam anlamıyla körelmediği için sızım sızım bir pişmanlık hissiyatı taşısalar da dirençsiz duruşların acziyet olduğunu bilmek gerek.
Tüm bunları düşündüğümüzde namaz kılmayanların farklı kimliklerinin olduğundan bahsedemiyoruz. İnanmayıp kılmayanlara değildir sözümüz. İnanıp kılmayan ve buna kılıf bulmaya çalışanlardan bahsediyoruz. İslam toplumunda yaşayan, ailesinden bu konuda sıkı bir eğitim alan, babası imam olan, İ.H.L ve İlahiyat mezunu bireylerden konuşuyoruz.
Namazın ruhunu idrakten yoksun olanların onu yakalamaları, içinde yaşadığımız toplumda an meselesi olabilir. Hidayeti veren ve kalplere tesir eden Yüce Allah’tır. Maddi sebeplere bakanlar olarak çevresel faktörlerin etkisi inkâr edilemez. Buna ilaveten disiplinli bir hayatın odak noktasında yer aldığı müddetçe, namaz ile hayat anlam bulur. İşten çıkıyorsun, yola gidiyorsun, program yapıyorsun, randevu veriyorsun gözün kulağın namazda. “Kaçar mı, en iyisi kılıp çıkmak, kılıp gitmek, iki vakit arasında yapmak, cumaya denk getirmemek…” hep bir endişenin ve hayat düzeninin sonucu.
Düzenli bir hayat, namazla daha disiplin kazanır. Hayatın odak noktasında namaz olunca seni arayan, telefonunu açmadığında namaz vaktidir, bilir. Seni arayan mescitte bulur. Elazığ’da Üniversite okurken bir ikindi vakti, İzzet Paşa camiinden çıkıyordum. Babamın bir arkadaşıyla karşılaştım. Beni görünce yüzüne tebessüm yayıldı: “Evlat!” dedi. “Namaz ehli olduğumuz için Allah’ın evinde karşılaştık. Anlıyor musun?”
Anlıyor musunuz? Endişemiz namaz… Namazsız bir hayat, anlamsız bir aşk gibidir. Sevgi coşkunsa secde uzar. Sevgi körelmişse aşk soğur. Halbuki namazsız hayat, sevgisiz aşk olmaz. Namaz aşktır, sevgidir, hayattır!..