Annelerinin, kendilerine yaptığı haksızlıktan bahseden beyefendi okuyucumuz şöyle diyor:
“Biz, bir kız üç oğlan, dört kardeşiz. Babam öleli on yıl oldu. Babam emekli memurdu. Haliyle geriye çok, bir maddi varlık bırakmadı. Bir dükkân var, onun kira geliri var. Bir de ev, onda da annem oturuyordu. En küçük kardeşimiz erkek, evli ve iki çocuğu var. Sürekli babamızın parasını yemeye alıştığı için bir işte doğru düzgün çalışmadı. Mesleği muhasebecilik, ama o işten sıkıldığını söyledi durdu. Sonra annemin iyi kötü geliri vardı. Şimdi dükkânın kirasını da annemin maaşını da o kardeşim alıyor.
Annem bununla da yetinmemiş, evin tapusu kendi adınaydı. Tutmuş onu da o kardeşimin üzerine yaptırmış. Niye böyle yaptın dedik. “Ne yapayım, üçünüzün de durumu iyi, sizin kendi eviniz var, onun yok, onun da evi olsun dedim” diyor. Bunu annem bize sormadan yaptı, ona çok kırıldık, eskisi gibi aramız iyi değil. O kardeşimle de diğer iki erkek kardeş konuşmuyoruz. O, annemin aklına girdi, onu bir şekilde bu duruma ikna etti. Tamam şükür, biz, belki o eve muhtaç filan değiliz ama, yok sayılmak, umursanmamak çok ağırımıza gitti. Şimdi ne annemizle ne kardeşimizle bir ağız tadı huzurumuz kalmadı. Böyle ne olacak bilmiyoruz..”
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”(Nahl 90)
İyilik ve yakınlara bakma emrinden önce, adaletin zikredilmesi çok önemlidir. Okuyucumuzun anlattığı duruma göre, annenin, şefkatine yenilerek açık bir adaletsizliğe düştüğü görülüyor.
Şefkatine yenilerek diyoruz, çünkü şefkat duygusu çok etkili bir ilaç gibidir dozunu aşarsa, bu örnekteki gibi zararlı sonuçlar doğurur. Diğer evlatlarına meseleyi güzelce izah etse, gönüllerini, onaylarını ve helalliklerini alsa sonra da, o evi olmayan oğluna ne verecekse verse elbette netice böyle olmazdı.
Annenin ve evini kendisine verdiği evladın bu olayı nasıl savunduklarını bilmiyoruz. Belki anne diyecek ki; “diğer evlatlarıma da zamanında babaları şunları verdi, ben bunları verdim, o zaman kimsenin itirazı yoktu…”
Haksızlığa uğrama hissinin hırsla, açgözlülükle ve muhtaçlıkla filan ilgisi yoktur. Siz, bir sırada beklerken birisi gelir sizin önünüze geçerse, bu durumu kabullenmeniz zordur. Ancak bir izah ve özürle durumu anlatıp sizi ikna etse o zaman tepkiniz kabule döner.
Kaldı ki bu örnekte babanın hatırası var, kardeşin tembelliği var, kimseyi hesaba katmama var. Olayın hukuki tarafı maalesef böyle. Fakat bir de fedakârlık boyutu var, kalbî, manevî ciheti var.
Şöyle oldu böyle oldu tamam ancak, annenin iyi niyetine dayalı açık bir hak ihlali nedeniyle yapılmış yanlış karşısında anne ve kardeş ile bağları koparmak, içten içe onlara kin ve husumet beslemek, bu yüzden akrabalık bağlarını koparmak da yanlış değil midir?
Meşhur ibretlik bir öykü vardır. Bir mürşidin müridleri kendi aralarında sık sık küserler ve birbirlerinden ayrı dururlarmış. Mürşid bir gün bunlara; “yarın herkes, kimi sevmiyorsa, kiminle arası iyi değilse, kime karşı içinde bir kırgınlık hissediyorsa onlar kadar patates getirsin” demiş.
Bu müridler, kırıldıkları, sevmedikleri kişileri saymışlar ve ona göre ertesi gün heybelerinde kimi üç tane, kimi on, kimi kırk tane patates getirmişler. Şimdi bunları bir torbaya koyun, boynunuza asın, hiç indirmeyin demiş.
Bunlar akşama kadar o patateslerle dolaşmışlar, birkaç gün sonra, “bu bize eziyet veriyor, daha ne zamana kadar taşıyacağız” demeye başlamışlar. Bunu duyan mürşid, onlara demiş ki; “bakın nasıl da zor ve zahmet çekmeye başladınız, kardeşlerinize ne zamandan beri içinizde öfke, kin, husumet, küskünlük, kırgınlık taşıyorsunuz üstelik bunlar içinizi kanatıp duruyor ve bu patateslerden çok daha ağırdır, yapmayın indirin o yükü kalbinizden, affedin, bağışlayın, unutun haydi bırakın o yükü siz değil, toprak taşısın.
En iyisini Allah bilir, belki de, çocuklarının binlerce hatasını, isyanını, yaramazlığını affedip unuttuğu için, annenin ayakları altına cennet serilmiştir. İyi niyetle yapılan bu yanlışı çocuklarından biri yapmış olsaydı, anne yine affedecekti.
Yine söyleyelim, yok sayılmak, umursanmamak, dikkate alınmamak nefse çok ağır gelir ve şeytan bu damarı sürekli kaşır. Ama bunlar affetmek için bir engel değildirler.
O zaman, bu öykünün Yusuf'u da siz olursanız, Mısır'a sultan olmazsınız ama dünyada nice keramete, ahirette de inşallah nice mükafata nail olursunuz.
Dua bekleriz.