Zamanında bazı yazılarından dolayı “Sen bu Erdoğan’dan ne istiyorsun?” sorusuna muhatap olmuş biri olarak Erdoğan karşıtlığı üzerine bir şeyler yazmak istiyorum. Doğrusu bir insanın neye üzülüp neye güldüğü ile tanınabileceği gibi eleştirmenlerin de Erdoğan’ı ne üzerinden vurdukları da kendi kimlik ve hedeflerini gösteriyor.
Evet, ülkeyi yöneten biri olması hasebiyle biz de eleştirdik ve eleştiriyoruz. Dindar insanlara karşı işlenen zulümleri ısrarla görmezden gelmesi ve Batı ülkeleri ile dostlukları, bu eleştirilerimizin bazı yönleriydi. Roboski katliamı ve sonrasındaki devletçi refleksleri ise eleştirilerin had safhaya çıktığı anlar oldu.
Ancak her hatası ile beraber hiçbir zaman yaptığı olumlu düzenlemeleri görmezden gelmedik. İslam dünyasındaki gelişmeler karşısında duyarlı bir Müslüman gibi verdiği tepkileri takdir ettik. Sistemin özüne dokunmasa da kimi hukuki düzenlemeleri de doğru gördük. Amacımız ne kimseyi töhmet altında bırakmak ne de “padişahım çok yaşa” methiyeleri düzmekti. Zaten ne üzüm yedik ne de bağcıyı dövdük.
Kimi insanların eleştirilerine baktığınız zaman ise hakikat temelinden tamamen uzak, kimi hayal ve kurgulara, kimi yalan propagandalara dayalı ve tamamen saldırı amaçlı olduklarını görüyoruz. Dikkatli bakanlar bu saldırıların Erdoğan’dan gelen İslam kokusundan dolayı olduğunu da sezebiliyorlar. Üç ay önceki Gezi cephesinde de bunu gördük, PKK cephesinin ulusalcı ve Kemalistleri bırakıp en şiddetli düşmanlığı Erdoğan’a göstermesinde de… Kendisi “gömlek değiştirdiği” halde ve tavsiyesinde dahi bulunacak kadar laikliğe bağlılığını ispatladığı halde bu saldırılardan kurtulamıyor. Biliyoruz ki onların dinine girmedikçe de ondan razı olmayacaklar.
Her neyse, nihayet ODTÜ’de bir süredir yapılan eylemlerle beklenen “Sıcak Eylül”e geldik. Bir kısım üniversite gençliği amansız bir savaşa girişmişler. Medya savaşları başladı. Meydan’da ise 1 can kaybı var. Ağaçlar unutuldu, pankartlar değişti.
Diğer taraftan örgütten de “geri çekilmiyoruz” açıklaması geldi. Kendi gündemleri ile yeterince ilgilenilmediği sızısıyla arada bir seslerini yükseltiyorlardı, ama belli ki “Çapulist” kanat ile “eşgüdüm” için Eylül ayını beklediler. Güdemin ne olduğunu belirtmemize gerek yok.
Açıkçası bu mücadele sandıktan umudunu kesen Kemalistler için ölüm kalım mücadelesi olacak. En çok bildikleri iş olan kaos-kargaşa çıktığı halde kısmen durdurulan Apoistler ise geçen ki gemlenmelerinin de verdiği hırs ile meydanlara atılacaklar.
Oysa bu kesimler birbirilerine tamamen zıt görünüyorlar. Hatta kimi zaman Erdoğan bir kesimi fazla ürkütmemek için diğer kesimle ilişkileri asgaride tutuyor bile diyebiliriz. İnsan sormadan edemiyor “Siz Erdoğan’dan ne istiyorsunuz?” diye. Sizce Erdoğan’ı ülkeyi satmakla itham eden ulusalcılar ile aynı Erdoğan’ı Kürtlerin en büyük düşmanı ilan eden PKK taraftarları hangi ilke üzerinde birleşiyorlar? Ortak noktaları Erdoğan ve Erdoğan’dan gelen İslam kokusuna düşmanlıkları mı, yoksa ağaç sevdası mı?
Unutmadan, bir de “demokrasi” var. “Daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi” “Çoğunlukçu değil çoğulcu demokrasi” vb. laflarla cilalanan Hubel… Bununla beraber çobanların oyunu yarım saymayı düşünen, motorunda Ergenekon olan, rot ve balansı darbelerle her birkaç yılda bir ayarlanan bir demokrasi…
Bu taraflarda da tehditlerle oy kullandırılan, silah zoruyla bağımsız(!) milletvekillerini seçtiren demokrasi… Zaten böyle bir yerde silah bırakmak, geri çekilmek akıl kârı mı? Bilge(!) Önder’e bir şey mi içirmişlerdi de o barış hutbelerini verdirmişlerdi? Tıpkı ilk yakalandığı zamanki gibi…