Araçsal hakemlik mi, amaçsal hâkimlik mi işimiz?

Ayşe YILDIZ

Osmanlıdan, Türkiye Cumhuriyetine tevarüs eden batılılaşma serüveninin en akim tarafının; batıyı güçlü kılan emarelerin görünür düzeyde anlaşılabilirlik kolaycılığını müşahede ile en azından kopyalamak sureti ile devşirilebilme özelliğinin sanılmasıdır.

Ordunun düzenliliği, sosyal hayatın reforme edilmesi ve mali yeterlilik. Devletin bu konularda yapmaya çalıştığı her düzenleme, merkezi, halktan daha kopuk ve daha yabancı bir hale getirdi. Dolayısı ile her değişim, devleti daha sert tutum takınmaya, Müslüman halkları ise daha çok atomize ederek ümmet bilincinden fersah fersah uzaklara itmiştir.                  

Bu durum ise devlet güçlerinin eskiden kalma alışkanlık ile daha çok otoriter ve daha çok duygusuz hale gelmesine sebebiyet verirken halkların ise haklarını aramak için yeni yol ve yöntemlere başvurmasına imkân verdi. Halkın ilahi kaynaklar yerine batıdan ithal bu meşruiyeti sorgulaması gerekirken “yenidir”, öyle ise işe yarar tutumu devleti güçlü, milleti ise bu güce tebaa kıldı. İstismar iki taraftan idi ve sorguya açık değildi. Farkında olunmayarak izzet, zillete tercihe şayan kılındı.

İslam'ın öngördüğü ahlaki yargıların yerine, modernitenin bir unsuru olan İslamizasyon ya da siyasal İslamcılık ile batı Hristiyan-Helenistik ahlak ile yer değişimi neticesi mazluma dinini sorar hale geldik. Zalimi ise gücünden mülhem zora koşmamak adına, arabaya koşulan ve hatta gemi azıya almamamız için dizginin kimin elinde olduğunu sorgulayamayan bir koşuma sahip akıllı beygirler haline geldik. Piyade bile olamayacak zevatın, bizi görünce batılı kovboylar gibi coşup yekdiğerine kement atması tabii bir hâl oldu. Şayet sipahi olanlar, sayemizde her türlü yılkı atını yakalayıp hala yola koyacağını düşünüyor ise bizim dün araç saydığımız ithal ideoloji ve düzenlemeleri bugün demokrasi adına nimet sayıp amaç edinmemiz bizi masum hatta mazlum bile kılmaz.

Dün reddettiğimiz demokrasiyi bugün baş tacı ediyor isek; bu değişim ve dönüşümün cevap bulması gereken suallerinin şunlar olması gerekmez mi? Modern dünya ve modernite doğru ve hakikat midir?

Biz mümin olarak moderniteye neden talepkârız?.

Bu kurgu ile yapmayı düşündüğümüz şey, ya da varmayı hedeflediğimiz dünya tasarımı nasıl olmalı?

Dün araçsallaştırdığımız demokrasi, modern devlet tanımı (ulus devlet) ve dünyevi hukuk sistemini niye ve ne adına bugün amaç ediniyoruz?

Durup düşünüp yahut durmaksızın yola devam ettiğimiz geçit bu olmalı. İktidar alanının içerisinde birey olarak siyasi elitlere ne derseniz başımız gözümüz üzere diyen hümanistler olarak mı yaşayacağız?

Veyahut İslam'ın olmazsa olmazlarından yekdiğerinin canı, malı ve ırzı katiyetle haramdır” ilkesinden taviz vermeden ümmete fedai veya feda mı olacağız?

İşte bütün mesele bu!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.