Arap Baharı denilen sürecin gerçekten bir bahar mı yoksa kış mı; eğer bir bahar idiyse bunun sona erip ermediği, Suriye durağında gecikmenin neden bu kadar uzun sürdüğü, diktatörleri deviren bu hareketin bir Amerikan komplosu ve icadı mı, yoksa bölgenin kendi öz dinamiklerinin ortaya çıkardığı bir gerçek mi olduğu etrafında başlayan tartışma ve görüş ayrılıkları olayların başladığı ilk günlerden beri devam ediyor.
Bahar diye adlandırılan bu halk hareketinin Batı ve Amerikan senaryosu olduğunu ileri sürenlerin tezlerini doğrulayacak inandırıcı ve gerçekçi bir delil ortada görünmüyor. Amerika, yıllarca kendi politikalarına hizmet etmiş, bir dediğini iki etmemiş sadık dostlarını neden devirmek istesin ki? Bu tezlerin sahipleri genelde her işin arkasında büyük güçlerin olması gerektiğini hastalık derecesinde kurgulayan komplocu kafalardır. Onlara göre İsrail ve Amerika ile diğer güçlü istihbarat şebekeleri mutfaklarında bir şeyler pişirir ve servis ederler. Dünya milletleri de bunların servis ettiklerini çaresiz bir şekilde alıp sindirirler. Bu düşünce, büyük güçlere bir tür tanrılık atfedip onların bütün siyasi ve tarihi olaylara hükmedebileceklerini, her olayın ve gelişmenin yegâne belirleyicileri olduklarını ön gören bir tür determinizmdir.
Evet, büyük güçler büyük hesaplar peşinde oldukları için sinsi plan ve oyunlar sergilemede küçümsenmeyecek bilgi ve tecrübelere sahip olabilirler. Ama bu, onların her olup biteni kontrol edebildikleri anlamına hiç gelmez. Amerika ve diğer güçler İran İslam İnqilabı’nı önceden ne görebildiler, ne de meydana geldikten sonra bütün hile ve güçlerini devreye soktukları halde onu ortadan kaldırabildiler. Arap baharı da aynen öyle olmuştur. Tarih bu türden örneklerle doludur. İnancımıza göre Allah (cc),“hayrul makirin”dir. Yani, kötü dolaplar çeviren insi ve cinni şeytanların sinsi planlarını tersine çevirir. Onları kazdıkları kuyuya düşürür.
Evet, büyük güçler büyük hesaplar peşinde oldukları için sinsi plan ve oyunlar sergilemede küçümsenmeyecek bilgi ve tecrübelere sahip olabilirler. Ama bu, onların her olup biteni kontrol edebildikleri anlamına hiç gelmez. Amerika ve diğer güçler İran İslam İnqilabı’nı önceden ne görebildiler, ne de meydana geldikten sonra bütün hile ve güçlerini devreye soktukları halde onu ortadan kaldırabildiler. Arap baharı da aynen öyle olmuştur. Tarih bu türden örneklerle doludur. İnancımıza göre Allah (cc),“hayrul makirin”dir. Yani, kötü dolaplar çeviren insi ve cinni şeytanların sinsi planlarını tersine çevirir. Onları kazdıkları kuyuya düşürür.
Baharın Suriye durağında bittiği ile ilgili yaklaşımlar da, hakikati yansıtmaktan uzaktır... Bölgede bütün diktatör rejimler yıkılana dek bu süreç devam edecektir. Zira ne Dünya’da, ne de bölgede böylesi rejimlerin yaşama şansı kalmadı. Suriye’deki gecikmeye gelince bunun önemli sebeplerini şöyle sıralayabiliriz.
Birincisi: Rejime sadık ve onu korumaya ayarlı bir ordunun varlığı. Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’da genel olarak ordu müdahale etmeyi kabul etmediği için diktatörlerin düşmesi daha kolay ve çabuk gerçekleşti. Ama Suriye’de rejime bağlı bir ordu var. Bu ordu ilk günlerden beri halkın üzerine acımasızca ateş açıp olayları kanlı olarak bastırma yolunu seçti. Yirmi aydan beri bütün gücünü kullanarak saldıran rejim ordusu ülkeyi harabe ve matemhaneye çevirmekten başka bir halt edemedi. Kullandığı misket ve diğer korkunç bombalarla saldırmasına rağmen bu korkak ordu, ülkenin büyük bir bölümünün kontrolünü de elinden kaçırmıştır. Bu ordu sanıldığı gibi öyle çok güçlü de değildir. İşgal altındaki Golan Tepelerini kurtarmak için tek bir kurşun atamayan, fakat yirmi aydan beri ülkesini yerle bir edip halkını katleden bir orduya güçlüdür denilmez.
İkincisi: Direnişin silahlandırılması. Direnişin silahlı yöntemi benimsemesini zaruri kılan gerekçeler olmakla beraber, bu yöntem rejim güçlerinin vahşetlerini arttırmalarının yegâne gerekçesi olmuş ve ülkeye çok pahalıya mal olmuştur. Silahsız halk direnişleri her zaman daha güçlü olmuşlardır. Halk, ilk altı ay göğüslerini kurşunlara siper ederek silahsız direnişini devam ettirdi. Bu ilk sivil direniş döneminde beş bine yakın sivil hayatını bu şekilde feda etti. Bölge ülkelerinden bazıları .(Türkiye, Katar Suudi Arabistan) direnişe destek amacıyla olaylara müdahale edince olanlar oldu. Oluk gibi kan akmaya başladı Suriye halkının acısı giderek büyüdü. Ülkedeki şehirlerin manzarası İkinci Dünya Savaşını yaşayan Avrupa şehirlerinkinden farksız bir hale geldi. Ülkenin ekonomisi ve alt yapısı tamamen çöktü. Kendi kendine yetebilen bir ülke olan Suriye, şimdi Afrika ülkelerinin durumundan da daha beter bir duruma düştü.
Muhalefet, silahsız devam edebilseydi halkın çoğunluğunun da desteğini alırdı. Tahrir Meydanı türü bir direniş karşısında rejim duramazdı. Ne yazık ki, muhalefet silahlandırılmış ama rejimi devirebilecek güce ulaşmasına da izin verilmemiştir. Kirli hesaplar uğruna bunca masumun kanı akmaya devam ediyor.
Üçüncüsü: Rejime sağlanan uluslararası dış destek ile içerideki ve dışarıdaki muhalefet guruplarının başarısızlıkları ve dağınık bir manzara sergilemeleri Suriye’deki gecikmenin zahiri sebepleri olsalar da, gecikmenin en büyük nedeni İlahi yardımın gelmemiş olmasıdır. Dualarımız ilahi yardımın biran önce gelmesi yönünde olsun inşallah.
Bahar bitmedi. Bahreyn’den sonra Kuveyt’te de kıpırdanmalar var. Ve İnşallah bu bahar Mekke, Medine Ve Kudüs’e de uğrayıp öyle bitsin.