Arap baharı ansızın patlak verdi; böyle bir olayın vukuuna işaret eden en küçük bir emare dahi görülmemişti. Sanki Yüce Mevla’nın “kün” emri devreye girmişti. Herkes ve her kesim patlak veren bu yanardağa hazırlıksız yakalandı. Adeta bir deprem esnasında yaşanan şok halini andıran bir manzara oluştu. Olayların ilk dalgasını bütün dünya nefesini kesip izlemekle yetindi. Sosyal bilimciler, siyaset uzmanları ve düşünürler neye uğradıklarını anlayamadılar. Determinist ve materyalist felsefeler bir kez daha baskın yedi; meydana gelen olayların hep aynı maddi kalıplara bağlı olduğu doğması bir kez daha yerlerde süründü. Demek kimilerinin inandığı gibi tarihin sonu daha gelmedi.
Dünyanın bu bilinen bölgesinde birikmiş bu büyük enerji nasıl olur da önceden görülememişti? Öyle ya, büyük güçler her şeyi denetlemiyor muydu, kurdukları istihbarat ağları ve cihazları devinen her şeyin resmini çekip izlemiyor muydu? Bu abartılı ve adeta tanrılaştırılmış Amerika ve batı imajını iman haline getirmiş bazı kişiler hala Arap baharının bir Amerikan senaryosu olduğuna inanmaya devam ediyorlar.
Bahar’ın hazırlıksız yakaladığı kesimlerden biri de İslami cemaat ve hareketler oldu. Yıllarca despot rejimlere karşı mücadelede envai türlü işkence ve acılar yaşamış bu cemaat ve hareketler diktatörlerin düştüğünü görünce hayretlerini gizleyemediler. Devrim sonrası oluşan ortamda yapılan seçimlerde de, halk İslami cemaatlere en büyük desteği verdi ve açıkça “hadi buyurunuz” diyerek koltuğa oturttu. Devrim coğrafyasında etkin bir güce sahip hareketlerden İhvan-ı Müslimin yanında yapılan Mısır seçimlerinde belli bir oranda oy alan “selefiler” herkesi şaşırttı. Çünkü genel olarak kendilerini selefi diye tanımlayanlar siyasi ve sosyal alaylara pek yakın değillerdi. Hala diktatörleri “veliyyül emr” görüp halkın direnişini “huruc”(meşru idareye isyan ve baş kaldırı)görenler de var.
Yeri gelmişken biz selefi hareketin bazı ilginç hassasiyetleri üzerinde durmak istiyoruz. Genel anlamda ilk üç nesle (sahabe, tabiin ve etba-ı tabiin) ittiba anlamı taşıyan selefiliği tarih boyunca devam ettiren âlimler olmuştur. Son dönemlerde, on dokuzuncu asrın ortalarında Hicaz ve Mısır bölgelerinde ortaya çıkmış şahsiyetlerden bazısı da selefilik akımını yeniden canlandırma girişiminde bulunmuşlardır. Ezher şeyhlerinden Mısır müftüsü Muhammed Abduh’un fikir ve düşüncelerini kısmen selefi ekole ait görenler olmuşsa da, Abduh, çağdaş bütün İslami hareketler üzerinde şöyle veya böyle etkiler oluşturmuş önemli bir âlim ve düşünürdür. Necd bölgesinde doğup gelişen Muhammed b. Abdulvehhab’ın tecdit hareketi ise daha sınırlı ve zayıf kalmıştır denilebilir. Vehhabilik diye de bilinen bu hareket bugünkü selefi akımın da temeli sayılır.
Dini nasların anlaşılmasında ihtilaflı alanda kalan bazı konuları kendilerine ilk gündem yapan günümüz selefi akımları ümmet içinde kimi sıkıntı ve huzursuzlukların yaşanmasının da sebebi olmuşlardır. Tasavvufa karşı sert tavırları yanında avamdan kimi insanların kabir ziyaretleri gibi bazı konulardaki yanlışlarını “şirk” ve “müşriklik”diye adlandırmışlar ve genelde nassların maksatları değil, fakat şekil ve formları üzerinde durmayı tercih etmişlerdir.
Bugün Hac veya Umre için Suudi Arabistan’a gittiğinizde İslami davet adı altında dağıtılan kitapların içeriğine bakınca vaziyetin ne derece vahim olduğunu görebilirsiniz. Mescid-i Nebi veya Kâbe-i Şerif’te resim çektirmek isteyen misafir hacıya en sert şekilde müdahale eden görevli şahsa, örneğin Filistinlilerin mağduriyetini ve mazlumiyetini hatırlattığınızda “siyaset” deyip yan çizebiliyor. Mescit’deki ders halkalarına oturduğunuzda da işlenen konuların hep aynı feri ve ihtilaflı konular üzerinde dönüp dolaştığını görürsünüz.
Arap baharı sonrasında da özellikle selefi akımın olup biteni doğru okumaktan uzak kalmaya devam ettiğini görüyoruz. Mısır basınında boy gösteren kimi selefiler, Kıptilerle tokalaşmanın hükmü nedir, devrim sonrası kılık kıyafetler nasıl olacak, mayo ve bikini giyilecek mi, liberal partilere oy vermek küfür müdür değil midir gibi ne dinin aslına ve maksatlarına ait olmayan, ne de harap ve bitap hale gelmiş toplumun dertlerine çare olmaktan uzak konuları tartışmaya devam ediyorlar.
Yüce İslam’ın ve Onun kitabı olan Kur’an’ın ana temel konularını ve amaçlarını bir yana bırakıp ihtilaf alanına giren bazı konulara yoğunlaşıp bunları asılların yerine ikame etme anlayışı sakat ve hastalıklı bir anlayıştır. Bu anlayış ve algılama aynı zamanda Yüce Kur’an’a büyük bir saygısızlık olduğu gibi insanların İslam’dan ve Müslümanlardan ürkmesine de sebebiyet verdiği için üzerinde hassasiyetle durulması gereken noktalardan biridir. Baş ile ayakların yerini değiştirmek hükmünde olan bu sakat anlayış sadece selefi akımı değil bütün İslami hareketleri tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.
Doğruhaber Gazetesi