“Arap Baharı” adı verilen süreçte rüzgarlar tersten esiyor ve halkların kazanımları adına ne varsa her şeyi silip süpürüyor. Arap Baharı, Ümmet hazanına döndü. Bunun en çarpıcı örneği Mısır’da yaşanıyor.
Hüsnü Mübarek, kendisine atfedilen suçlardan aklandı(!). Hüsnü Mübarek’in aklanması, aslında Sisi yönetiminin aklanması anlamına gelmektedir. Çünkü Hüsnü Mübarek’e atfedilen suçlar, Zalim Sisi cuntası tarafından fazlasıyla işlenmektedir. Eğer Mübarek mahkûm edilmiş olsaydı, bir yerde bu karar cuntanın da mahkûm olması anlamına gelecekti.
Hüsnü Mübarek temelde üç suçlama ile yargılanmaktaydı:
1) Siyonistlere doğalgazın çok ucuz fiyatlarla satılması
2) Göstericilerin ölüm emrini vermek
3) Yolsuzluk yapmak, devlet malını zimmetine geçirmek.
Bu suçlamalara bakıldığı zaman, bu günkü cunta rejimi bu suçların tam da merkezindedir.
Küresel şer güçlerin ve siyonistlerin taşeronu olan Sisi, adeta bir vali gibi çalışmakta, politikalarında israilin güvenliğini öncelemektedir. Mısır’ın imkânları, siyonistlere peşkeş çekilmektedir. Mursi döneminde iptal edilen anlaşmalar, bir bir tekrar uygulamaya konuldu.
Sırf siyonistlerin menfaatleri uğruna, Gazze’nin nefes borusu mesabesinde olan tüneller bir bir yıkıldı. Gazze’yi işgal etmekten bahsedildi. Refah sınır kapısı göstermelik haller dışında tamamen kapatıldı. Mısır, Hamas’ın devrilmesi için elinden geleni yaptı. Hamas ve israil arasındaki görüşmelerde Siyonistleri gözetti. Bu suç kaleminde yazılacak çok şey var.
Göstericilerin ölüm emrini vermek konusunda ise, Sisi’nin ellerinde binlerce mazlum Mısırlının kanı vardır. Kadın çocuk demeden on binlerce Mısırlı en acımasız şekilde katledildi.
Yolsuzluk konusuna gelince; şu an Mısır’da kamu görevlileri gırtlaklarına kadar yolsuzluğa bulaşmış durumdadır. Ekonominin büyük bir kısmı askeri cuntanın elindedir. Mısır halkı büyük bir sefalet ile pençeleşirken, elit kesim ise Mısır devletinin kaynaklarını acımasızca hortumlamaktadır.
Gelinen noktada, şu anki gayri meşru yönetim, Zalim Mübarek’e rahmet okutmaktadır. Mısır’da her şey eskiye döndü. İnsanların iradeleri ve özgürlükleri tankların paletleri ve postallarla ezilmektedir.
Artık “Arap Baharı” denilen süreçte rüzgarlar tersten esmektedir. Harici müdahalelerle bu süreç, Müslüman halkları ileriye taşıyacağı yerde, onlarca yıl geriye götürdü. İslam toprakları enkaz ve harabeye döndü. Emperyalist güçler, İslam ülkelerindeki yerli işbirlikçileri olan diktatörleri önce kullandılar, sonra da paçavra gibi bir kenara attılar. Miatları dolan ve bir kambura dönüşen bu diktatörlerle çalışmak yerine, artık onlardan kurtulmaya çalıştılar. Çünkü görevlerini yapmışlar ve efendilerine sadakatlerini ispatlamışlardı. Gelinen noktada fazla bir faydaları kalmadığı için “at değiştirme” kararı alındı.
Küresel şer güçler, bir yandan büyük bir toplumsal kaos oluşturmak ve diğer yandan yeni yandaşlarını iktidara taşımak için düğmeye bastılar. Ama süreç, onlar açısından tam bir sürpriz oldu. Bu süreçte laik/seküler yapıların iktidar olacağı beklenirken, mazlum halklar bu çizgide olan parti ve hareketlere pek itibar etmedi. Halklar kendi özgür iradeleri ile baş başa bırakılınca tercihlerini İslam’dan yana kullandılar. İhvan çizgisinde olan hareketler, iktidara yürümeye başladı. Emperyalistlerin tüm planları alt üst oldu. İslam dünyasında büyük bir çalkantı meydana geldi.
Tam taşlar yerine oturacak iken, sürece yapılan harici müdahaleler neticesinde özgürlük süreci, Müslümanlar açısından yıkım sürecine dönüştü. Başta Mısır olmak üzere, birçok ülkede halklar daha fazla ezildi. Gelinen noktada, İslam Ümmeti daha da geriye gitti.
Kısacası “Arap Baharı” adı verilen süreçte rüzgarlar tersine esiyor.
İslam Alemi’nde büyük bir özgürlük süreci beklenirken, harici müdahalelerle bu süreç, yıkım sürecine dönüştü.
İslami hareketlerin güç kazandığı ve halkın bağrına bastığı yerlerde büyük komplolar kuruluyor. Arap Baharı’nın ilk başladığı yer olan Tunus’ta İslami kesimin iktidardan uzaklaştırılması uğruna çok büyük entrikalar yapıldı ve halen devam ediyor.
Küresel şer güçleri, özgürlük sürecini, İslam Dünyası’nın küçük devletçiklere ayrıldığı, güçten yoksun, kendisini koruyamayacak ve ayakta kalmak için emperyalistlere muhtaç olduğu bir sürece dönüştürmek istiyor.
Artık İslam Ümmeti, emperyalistlerin siyasal mühendislik oyunlarını görmeli, halkları ayrıştıracak olan ve devletleri, kudretten yoksun birer devletçiğe dönüştürecek olan süreçlerden uzak durmalıdırlar. Kendi aramızdaki sorunları, yabancıların desteğiyle ve olanların hakemliği gölgesinde çözmeye yönelmek yerine, sorunlarımızı kendi içimizde çözmeyi siyasi bir geleneğe ve stratejiye dönüştürmeliyiz.