Arazi anlaşmazlıkları sorunu toplumun kanayan bir yarası olarak durmaya devam ediyor.
Devletin araziler ilgili uygulamış olduğu veya eksik bırakmış olduğu düzenlemeler sorunu adeta bir kangrene dönüştürmüş durumda.
HÜDA PAR Eyyübiye İlçe Başkanı Osman Gülebak, her yıl onlarca kişinin ölümüne ve onlarca yıl sürecek kan davalarına neden olan arazi anlaşmazlığı ile ilgili İLKHA mikrofonuna konuştu.
Batılaşma çabaları ile birlikte devlet yönetiminde yapılan siyasi, ekonomik, sosyal değişimlerin, arazi sorununun temelini oluşturduğunu belirten Gülebak, bu sorunun bölgedeki tüm unsurların katılımıyla acil bir şekilde çözülmesi gerektiğini ifade etti.
Tarım Reform Yasası'nın tam olarak hayata geçirilmediğini belirten Gülebak, devlet tarafından halka dağıtılan arazilerin vatandaşın elinden gasp edildiğini vurguladı.
"1858 yılında çıkarılan 'Arazi Kanunnamesi' ile özel mülkiyete kapı aralanmış oldu"
Arazi anlaşmazlıklarının Türkiye'de çoğu zaman gündeme geldiğini belirten Gülebak, "Arazi anlaşmazlığı meselesi aslında basit bir mesele değildir. Özellikle sosyolojik ve çok yönlü bir meseledir. Bunun tarihsel bir arka planı da vardır. Tarihsel arka planını görmeden, bilmeden belki de bugünü anlamlandırmamız mümkün değildir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nda II. Mahmut döneminde başlayan Batılılaşma hareketi ile birlikte; siyasi, sosyal ve ekonomik olarak örgütlenme yapısında değişikliğe gidildi. Bu değişiklikte maalesef arazilerin yönetilmesi durumu da bundan payını aldı. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu döneminde 'Miri sistem' ve 'Tımar sahipleri' vardı. Tımar sahipleri devletin memuru gibiydiler, arazilerin sürülüp kaldırılmasından mesuldüler. Bunlar herhangi bir suiistimalde bulundukları zaman; devlet bunları görevden alıp yerine başkalarını atıyordu. 1858 yılında Batılılaşma çabasıyla çıkarılan 'Arazi Kanunnamesi'nden sonra özel mülkiyete kapı aralanmış oldu. Bu aslında meselenin birinci adımı olarak önümüze çıkıyor. İkinci adım ise Cumhuriyet dönemindeki Batılılaşmanın hızlı olduğu süreçtir." şeklinde konuştu.
"Şeyh Said olayında devletten yana tavır koyanlara geniş araziler verildi"
Cumhuriyetin ilanından sonra arazilerin bazı kesimlere verildiğini ifade eden Gülebak, "Cumhuriyet döneminde siyasi bazı hesaplar neticesinde Doğu ve Güneydoğu'daki arazilerin büyük kısmı belli ailelerin ve aşiretlerin eline bırakıldı. Özellikle o dönemdeki resmi devlet erkânı Şeyh Said olayında devletten yana tavrını koyan aşiretlere ve bölgede sözü geçen insanlara, birçok bölgenin arazisi teslim edildi. Özellikle bölgedeki Ermenilerin bölgeden çıkmasından sonra kalan tarlalar da maalesef belli başlı ailelere verildi. Daha sonra 1926 yılında çıkarılan Medeni Kanun kapsamında yine hazine arazilerinin bazı özel kişilere verilmesinin önü açıldı. Birçok insan o dönemde hazineden çok ucuza aldığı arazilerle arazi sahibi oldu. Yakın tarihimizde eski Başbakan Bülent Ecevit döneminde bir Tarım Reformu Yasası çıkarıldı. Ancak bu yasanın hayata geçirilmesinde de maalesef istenilen netice elde edilmedi." diye konuştu.
"Devletin arazi verdiği kişilere baskı kurularak şehre göç etmesi istendi"
Tarım Reformu'ndan sonra ailesine verilen arazilerin gasp edildiğine değinen Gülebak, "Küçüklük yıllarımda bir ağanın köyünde kalıyorduk. O dönemde babama belli miktarda arazi verildi; çünkü arazi onun hakkıydı. Araziyi belli bir zaman sürüp kaldırıyorduk. Babamın arazi sahibi olmasının önü açılmıştı. O dönemde köyün sahibi olan 'Ağa'; siyasi, ekonomik ve bürokrasideki gücünü kullanarak oradaki arazilerin insanlara dağıtılmasının önüne geçti. Baskılarla köylülerin şehre göç etmesine sebep oldu. Bu şekilde Tarım Reformu Yasası da maalesef tam olarak hayata geçirilemedi. Yakın dönemde, özellikle Şanlıurfa'da bazı olaylar yaşandı. Avrupa Yasası kapsamında bazı avukatlar yasadaki boşluktan faydalanarak girişimlerde bulundular. Bülent Ecevit döneminde tarlaları elinden alınan ağalara; tarlalarının geri verilmesinin önü açılmak istendi. Bu durum ister istemez bölgede bir kaosa neden olabilirdi. O dönemde yaşanılan bu meseleler basına çıktı. Köylüler yüksek bir şekilde tepki gösterince geri adım atıldı. Tapu daireleri gibi birçok yerde usulsüz işlemler yapıldığına şahit olduk. Yasadaki bazı boşlukların, bölge halkını karşı karşıya getirdiğini görebiliyoruz." ifadelerini kullandı.
"Dine karşı uygulanan baskılarla toplumda dinin etkisi azaltıldı"
Dinin toplumda etkisinin azalmasıyla birlikte bölgede insanların çok basit sebeplerden dolayı cinayetler işlediğine vurgu yapan Gülebak, "Özellikle bölgede, dinin toplum üzerindeki etkisinin azalmasının bu çatışmaların önünü açtığını söyleyebiliriz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi; medreseleri, alimleriyle meşhur bir bölgedir. Daha önce bir bölgede, bir ilçede veya bir köyde arazi anlaşmazlığı ile ilgili bir problem ortaya çıktığı zaman medreselerin bu anlamda arabulucu rolü çok önemliydi. Özellikle bölgedeki alimlerin bu anlamda arabuluculuk yapması birçok sıkıntı ve sorunun ortadan kalkmasına vesile oluyordu. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte dine yapılan yoğun baskılar arttı, medreseler kapatıldı ve bölgedeki alim ve şeyhler siyasi bazı hesaplar neticesinde idam edildi ya da sindirildi. Bununla birlikte PKK'nin bölgede İslam'a, Müslümanlara, medreselere ve cami imamlarına yönelik baskıları ve birçok alimin şehid edilmesi maalesef bölgede dinin etkisinin azalmasına sebep oldu. Toplumda dinin etkisi azalınca da ister istemez insanlar birbirlerini çok basit sebeplerden dolayı çok rahatlıkla öldürebilecek duruma geldi." diye konuştu.
"Arazi anlaşmazlıkları en çok bölgemizde yaşanıyor"
Arazi anlaşmazlıklarının en çok bölgemizde yaşandığına dikkat çeken Gülebak, "Türkiye'nin birçok bölgesinde araziler var ve bu arazilerin sahipleri de var. Acaba neden bir İç Anadolu Bölgesi veya Ege Bölgesi'nde yaşanan arazi kavgaları bu kadar gündemde olmuyor da bölgemizde özellikle de Kürtlerin yaşadığı topraklarda bu olaylar çok sık oluyor?" diye konuştu.
Osmanlı'da, özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde, Kürtlerin kendi işlerinde özerk bir yapıya sahip olduklarını hatırlatan Gülebak, "Bu şekilde Kürtler, kendini iç meselelerini kendi aralarında çözüyorlardı. Ancak II. Mahmut'la birlikte devlet merkezileşti. Batılılaşma ile birlikte siyasi, sosyal, ekonomik yapı ve siyasi örgütlenmenin değiştirmesiyle birlikte Kürtlerde özerk yapı da ortadan kaldırıldı. Devlet o dönemde kendi atadığı vali ve memurlarla bölgeyi idare etmeye başladı. Devlet memurlarının bölgeye yabancı olması, bölgenin kültürünü, ekonomik ve siyasi yapısını, dilini bilmemesinden dolayı devlet otoritesi bölgede tam olarak sağlanamadı. Bunun neticesinde bölgede sürekli olaylar çıktı, sıkıntılar yaşandı. Bu yaşadığımız sorunlarının temelini bu gelişmeler oluşturuyor." şeklinde konuştu.
"İnsanların mahkemelere güveni kalmamıştır"
Artık devlete güvenleri kalmadığı için insanların kendi sorunlarını çözmeye çalıştığına değinen Gülebak, "Devletin, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözebilecek bir seviyede olmadığını görebiliyoruz. İnsanların maalesef mahkemelere güveni kalmamıştır. Yıllarca süren mahkemeler var. İnsanlar ne yapıyorlar? Kendi sorunlarını kendileri çözmeye çalışıyorlar. Bu konuda, özellikle bu sorunların giderilmesi adına Batılılaşma sonucunda çıkarılan bu siyasi, sosyal ve ekonomik örgütlenmenin değiştirilmesi gerekir. Özellikle bölgede acil bir Tarım Reformu Yasasının hayata geçirilmesi gerekir. Belki daha önce bazı yasalar çıkarıldı; ama bu yasaların tekrar güncellenerek adil bir şekilde hayata geçirilmesi lazım." dedi.
"İşin hukuki, sosyolojik, siyasi ve ekonomik boyutu acil bir şekilde çözülmelidir"
Anlaşmazlıkların önüne geçilmediği taktirde daha büyük acıların yaşanacağına işaret eden Gülebak, son olarak şöyle konuştu:
"Şanlıurfa'da bazı yerlerde bir ailenin 10 köyü var ve 10 köyün bütün arazilerini ekip biçiyorlar. Öte taraftan binlerce ailemiz maalesef köylerde yaşadıkları ve ekonomiye büyük katkıları oldukları halde maalesef bir metrekare bile toprakları yok. Bu durum toplumda büyük bir dengesizliği getirmiştir. Bu dengesizliğin bir an önce giderilmesi için siyasetin bu konuda çözüm getirmesi gerekiyor. Bütün bölge halkıyla, alimleri ve kanaat önderleriyle işin hukuki, sosyolojik, siyasi ve ekonomik boyutu acil bir şekilde çözülmelidir. Eğer bu yapılmadığı takdirde ölümler sürecek, kan akmaya, çocuklarımız yetim kalmaya ve insanlarımızın hapiste çürümesi devam edecektir. Bu meselenin de çözümü gelmeyecektir. HÜDA PAR olarak, siyaset kurumunun bu konuda elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyoruz ve yetkililere çağrıda bulunuyoruz."