İnsanın kemal ve yükselişi sadece şeriatın belirlediği ubudiyetin nuruyla mümkün olur. Ubudiyetin gerçekleşmesi ise sadece ihlasla mümkündür. İhlasın olmadığı ubudiyette problem vardır. Kullukta ihlasın önemi Kur'an-ı Kerimde şöyle zikrediliyor:
“De ki: “Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum.” (Zumer:11)
Daha önce beyan edildiği gibi insanların ve cinlerin yaradılış hedefi kulluktur. İbadetin kendisi de sadece Allah'a yakın olmak içindir. Arifin ibadete bakışı, diğerlerinin ibadete bakışından çok farklıdır.
Arif olmayan abid ve zahit, çoğu zaman ibadeti cennete gitme ve cehennemden kaçma için vesile olarak görürler. Ama arif, Allah'ı sadece Allah'ın kendisi için ister.
Hazreti Ali (kv) abitleri üç bölüme ayırmış ve kölelerin, tüccarların ve de hürlerin ibadeti diye sınıflandırmıştı. Her ne kadar tamahkârların da kölelerin de ibadeti ibadet sayılsa bile onların ibadetini, hürlerin ibadeti gibi görmek mümkün değildir. Zira onlara göre cennete kavuşma ya da cehennemden kaçma, Allah'ın rızasından veya Allah'a şükretme makamından daha değerlidir. Elbette zikrettiğimiz gibi bu makam ve mertebeler kişinin bilmesi ile alakalıdır. Kişi bildiği kadar vardır ve ona göre davranır. Ve Allah'ı yeterince tanıyan Ona hakkıyla ibadet eder. Onu bilen cennet ya da cehennem gibi muamelat bahsine konu olacak bir pozisyona düşmez. “Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler korkar.”(Fatr:28) O yüzden Hz. Ali buyuruyor ki:
“İlahi! Ben Sana azabının korkusundan ibadet etmiyorum. Ve cennet tamahkârlığından da Sana ibadet etmiyorum. Aksine Seni ibadet edilmeye layık olarak bildiğim için ibadet ediyorum.”
Evliyanın irfani öğretilerine göre her konuda ana hedef sadece Hz. Hak Teâlâ'dır. Öyle ki ifa etmek için yaratıldığımız ibadet bile Hakka yakın olmak için yapılır. Yoksa ibadet, cennet arzusu veya cehennem korkusuyla yapılmaz. Zira böyle bir durumda hedefimizin en tepe noktası cennet arzusu ve cehennem korkusu olur ve Zat-i Ekdes-i İlahi bu hedefe ulaşmak için bir vesile durumuna gelir.
Gerçek arif şunu çok iyi bilir ki Allah'tan daha iyi bir maksat yoktur ve bu yüzden sadece ve sadece Allah'ı amaç olarak görmesi gerekir.
Eğer “İyi bilin ki işler sonunda, Allah'a döner.”(Şura:53) Ayetinde geçtiği gibi varlık kervanı Allah'a varma yolunda ilerliyorsa, cenneti kendine nihai hedef olarak karar kılan kişi varlık kafilesi ile birlikte hareket etmemiş olur. Yine “Ama hepsi sonunda bize döneceklerdir.”(Enbiya:93) Ayetinde geçtiği gibi zahirin batına geri dönüşü her kes için mutlaktır. Ama bu dönüş bütün insanlar için aynı düzeyde olmayacaktır. Tövbe Suresi 72. Ayette daha yüksek merhale ve daha yüce bir makamdan söz ediliyor:
“Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.”
“Ey mutmain (itminana ermiş) nefis! Hoşnut olarak ve hoşnut olunarak Rabbine dön.”(Fecr:27-28)
Burada nefsin Rabbine dönmesinden bahsetmiyor mu? Acaba Likaullah ve Rabbine dönmek bizim bildiğimiz cennete girmek manasına mı geliyor? Yoksa Rıdvanullah makamını cennete girmekten daha yüce ve değerli bir makam olarak beyan etmiyor mu? Öyleyse bu konuya nasıl toparlayacağız?
Sadi bu konuya dikkat çekmek için şöyle söylüyor:
دو عالم را به يك بار از دل تنــگ
برون كرديم تا جاي تــو باشــد
“İki âlemin sevgisini de bu dar kalpten çıkardık
Orayı sadece Sana has kılabilelim diye”