Geçen haftaki yazımızda Ankara’daki Kürt Çalıştayı’nı konu edinmiştik. Bu hafta da aynı konuyu değişik bir veçhesiyle ele alacağız.
Çalıştaydaki konuşmacılardan biri de akademisyen Hüseyin Yayman’dı. Yayman, konuşmasına “Kürt meselesi Kürtlere bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğu için Türkler bu meseleye el atmıştır” şeklinde bir espri ile başladı.
Konuşma sırası bana gelince Hüseyin Yayman’ın bu sözlerine atıfla,”Hüseyin Hoca bunu bir espri şeklinde söylüyor ama Kürdistan topraklarının ‘Arz-ı Mev’ud’ içinde olduğunu düşünen birileri, bu meselenin sadece Kürtlere değil, hem Türklere hem Araplara hem de Farslara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu espri düzeyinde değil bir inanç, bir mefkûre, bir ideal ve bir var oluş-yok oluş mücadelesi şeklinde ele alıyor” diyerek dikkatleri bu noktaya çektim.
Siyonist israil’in Müslüman memleketler ve onların toprakları üzerinde beslediği malum ve meş’um emellerinin, yirmi yıl öncesine göre en azından Türkiye özelinde daha az gündeme geldiğini müşahede etmekteyim.
Hele hele Suriye meselesi ile birlikte neredeyse Müslümanların gündeminden düşme noktasına geldi.
Terör rejimi israil’in hiçbir hedefinden vazgeçmediğini, Mescid-i Aksa’nın altını düzenli ve periyodik olarak kazdığını, kazdığı bu yerlere müze ve sinagoglar inşa ettiğini, yeni Yahudi yerleşim yerleri için Filistinli Müslümanları göçe zorladığını, “barış görüşmeleri” ismi altında uşak ruhlu Abbas hükümetine meşruiyet kazandırıp Hamas ve İslami Cihad’ı safdışı bırakarak “iki devletli bir çözüm”e İslam dünyasını razı ettirmeye çalıştığını görüyor ve gözlemliyoruz.
Siyonist rejim, “Bahr’den Nehre” yani Akdeniz’den Ürdün Irmağı’na kadar olan toprakların tamamının işgal altında olduğu anlayışından Müslümanları uzak tutmaya ve kendisine meşruiyet aramaya her fırsatta devam ediyor. Yani israil cephesinde değişen hiçbir şey yok.
Peki, bu mühim meselenin Müslümanların gündeminden düş(ürül)mesi ne ile açıklanabilir?
Kürt sorununu bu meseleden bağımsız olarak ele almak ne kadar gerçekçi olur?
Bu meseleyi Kürt sorunu ile birlikte ele almak, birilerinin iddia ettiği gibi komplo teorilerine fazla inanmak mı olur?
Kürt meselesinin çözüme kavuşması, israil’e ve onun tezlerine yanaşmayı gerektiriyorsa yanaşmak mı gerekir? Bunun adı siyasi başarı mı olur, yoksa bir dönem Çiller’in israil’de Arz-ı Mev’ud konusunda sarf ettiği eblehane ve echelane sözleri ile aynı duruma mı düşülmüş olur?
Evet, tüm bu sorular cevap verilmeyi hak ediyor. Bu cevaplar çerçevesinde oluşacak kanı ya da kanaat, meseleye bakış açısının şekillenmesini ortaya koyuyor.
Esasen “Fırat’ın ötesi” ile ilgili hiçbir mesele yoktur ki israil bununla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenmesin.
Batılı devletlerin de (ABD dâhil) bu topraklarla ilgili politikalarını belirlerken bu hususu “ser-levha” edindiklerini söylemeye gerek görmüyorum.
Gerek 1916’da İngilizlerle Fransızlar arasında gizlice imzalanan ve Ortadoğu denilen İslam coğrafyasının şu anki sınırlarını belirleyen “Sykes-Pickot” antlaşması ve gerekse de israil’in kurulmasının ilk adımı olan 1917 Balfour Deklarasyonu fazla söze hacet bırakmayacak sarahatteki tarihi gerçekliklerdir.
Yüz yıl önce kendi âli menfaatleri doğrultusunda sınırları çizen, kendilerine bağlılık yemini eden işbirlikçi liderlere, ‘görece’ bir egemenlik alanı tahsis eden ve yine bu âli menfaatleri doğrultusunda Kürdistan’ı statüsüz bırakarak dört devlet arasında pay eden emperyal aklın, Kürtlere zulmettiğini kabul ederek Kürtlerin de bir devlet kurmayı hak ettiği anlayışına geldiğine inanmak, en hafif tabirle safdilliktir.
Peki, böyle bir durum vardır diye Kürtler hak taleplerinde bulunmaktan vaz mı geçsinler? Elbette hayır.
Yapılması gereken, bunları göz önünde bulundurarak ayağı yere basan projeler ve politikalar üretmektir.
İsrail’in buradaki varlığı devam ettikçe, denklem kurucu Batılı devletler, İsrail’in güvenliğini başat politikaları olarak belirlemeye devam edeceklerdir.
İsrail’i, dolayısıyla “Arz-ı Mev’ud” u ve küresel oyun kurucuların aslında ehl-i ferasetçe malum emellerini hesaba katmadan, bölgede meydana gelen hareketliliği salt Kürtlerin masum hak talepleri ile izah etmek ve bu doğrultuda politikalar üretmek, kendimizi kandırmak ve akibeti peşinen belli olan bir maceraya kalkışmak olur.
Selam ve dua ile...