Kur’an-ı Kerimde, “uhuvvet” ve “usbe” birbirinin karşısında yer almaktadır. Uhuvvet kardeşlik; usbe ise asabiyetten ve taassuptan gelir. Yusuf(a.s), kardeşlerine karşı hep uhuvveti temel alırken, kardeşleri ise Yusuf’a karşı tavırlarında hep “usbe olma” durumunu esas almışlardır. (Yusuf:8) Bu nedenle Yakub’un(a.s) oğulları, kardeşleri Yusuf’a hiçbir şekilde “kardeşimiz” diye hitap etmemiş, bilinçli ve kasıtlı bir şekilde ve ısrarla onu ya “o” zamiriyle veya kendi ismiyle “Yusuf” diye zikretmişlerdir(Yusuf:8,-11,17). Buna mukabil Yusuf(a.s), kardeşlerinden özellikle “kardeşlerim” diye söz etmektedir. (Yusuf:100)
Usbe, asabiyetten türemedir. Asaptan gelir. Yani böyle bir rabıtayla birbirine bağlı olanlar arasındaki bağ; kan bağı veya kalbi bir bağ değil, sinirsel bir bağdır. Asabiyete dayalıdır. Sinirlerin işleyişi ise refleksler şeklindedir. Ani tepkiler, dengesiz tavırlar söz konusudur. Sinirlerin hararetine veya sakinliğine göre davranışlar ortaya çıkar. Asabiyet bağı, incedir. İstemsiz ve kontrolsüz tepkiler ortaya koyar. Öyle ki bazen kurt gibi yırtıcı bir hal alır. Ağacın dallarını bir araya toplayan bağa da asap denilmiştir. Oysa ağacın dalları zaten aynı köktendir. Bunların ayrıca bir arada tutulmasını gerektirecek bir durum yoktur. Demek ki asabiyet, yapay ve gereksiz bir şekilde insanları bir arada tutmaya çalışma gayretidir.
Allah(c.c); “Karun’un hazinelerinin anahtarlarını taşımak, güçlü bir usbeye bile zor geliyordu.”(Kasas:76) buyurur. Demek ki usbe’ye yani asabiyetle birbirine bağlı olan topluluğa başkalarının hazinelerinin hamallığını yapmak düşer. Allah(c.c), bu anahtarları bedenen insandan çok daha kuvvetli olan hayvanlara yüklemedi. Usbe’ye yükledi. Bu da usbe’nin ahmaklığından ve taassubundan dolayı nasıl da kullanıldığını ifade eden çok latif bir örnektir. Karun’un hazinelerinin anahtarlarının hamallığını yapmak asabiyetle birbirine bağlı olan usbe için yeterli bir rezalettir.
Uhuvvet, usbe’nin zıddıdır. Usbe’nin aksine uhuvvet, kan veya dava bağına dayanmaktadır. Kanın da duygunun da merkezi kalptir. Bu nedenle uhuvvet; rahmeti, adaleti, paylaşımı ve fedakârlığı ifade eder. Eğer Yusuf’un kardeşleri ona; “kardeşimiz” deselerdi ona karşı yaptıkları haksızlığı yapamazlardı. Uhuvvet-usbe mücadelesinde kazanan, uhuvvet olmuştur. Uhuvvet rabıtasıyla birbirine bağlı olan Yusuf ile kardeşi Bünyamin; birbirine asabiyet rabıtasıyla bağlı olan on bir kişilik usbe’ye üstün gelmiştir. Dediler ki “And olsun, Allah seni bizlere üstün kılmıştır.”(Yusuf:90-91).
Mısırda İmam Hasan Elbenna’nın kurduğu cemaate, “İhvan-ı Müslimin-Müslüman kardeşler” adı verilmiştir. Bu, mucizevî bir isimlendirmedir. Hz. Yusuf’un asabiyete karşı uhuvvet mücadelesi verdiği Mısır’da Müslüman bir cemaat, onca isim arasında kendisine “İhvan” ismini veriyor. Gerçekten dikkat ettiğimizde bu ismin tecellisinin bir sonucu olarak İhvan Cemaatinin, ahi(kardeş) olan Yusuf’un(a.s) geçtiği her merhaleden geçtiğini görürüz. Hani Yusuf’un kardeşleri; “Biz bir usbeyiz. Yusuf’u öldürün ya da kuyuya atın. O zaman babanızın yüzü size dönük olur.” demişlerdi ya, aynı şekilde Mısır’da usbe zihniyetini temsil edenler, İhvanı gözlerden uzak tutarak, zindanlara atarak Mısır halkının teveccühünü kazanmaya çalıştılar. Bir zamana kadar Ümmetin kendilerine baktığını zannettiler. Oysa yanıldılar. Çünkü Mısır’da ümmet, hiçbir şekilde, zamanın Yusuf’u olan İhvanı unutmadı. Hiçbir zaman Yusuf’u gözlerden uzak tutanların yüzünü görmedi. Gözlerden uzak da olsa Yusuf gibi İhvan da her zaman gönüllerdeydi. Çünkü o, asabiyetle değil, kalpten bağlıydı babasına. Bu isminin bereketiyle İhvan, şuanda İslam âleminde en geniş, en muteber ve en kıymetli hareketlerden birisidir. Bu ismin tezahürünün ve tecellisinin bir sonucu olarak İhvan, her türlü asabiyete meydan okuyarak sınırları aşabilen en etkili cemaatlerdendir. Aynı şekilde Türkiye’de usbe-ihvan muvazenesinde ihvanı(kardeşliği) esas alan Cemaat, biiznillah muvaffak olacaktır. Herkes onun kıymetini anlayacaktır.
Usbe; hak ve adalet, hayır ve bereket timsali idaresinden sonra ancak Yusuf’un üstünlüğünü anlamış ve kabul etmiştir. Demek ki kendini usbeye kabul ettirmek için Müslümanların idarede etkin ve adil bir rol üstlenmeleri şarttır. Yusuf’un(a.s) imtihanı kendi kardeşleriyle olmuştur. Günümüzde de aynı durum söz konusudur. Aslında Müslümanlar, kendi aralarında usbe-uhuvvet mücadelesi veriyor. Sanıldığının aksine günümüzde Müslümanların kendi içlerindeki usbe-ihvan mücadelesi dışarıdaki düşmanlarla yapılan mücadeleden daha ciddi ve daha tehlikelidir. Bu nedenle Mısır’da ihvanın zaferi, sadece ümmetin haricî düşmanlarına karşı kazanılmış bir zafer değil, aynı zamanda usbe karşısında uhuvvetin-ihvanın net ve açık bir zaferidir. Burada Müslümanlara, idarede hak ve adalet timsali bir idare ortaya koymak ve usbe rabıtasını ön plana çıkaran kardeşlerine “bugün sizin için bir kınama yoktur-la tesriybe aleyküm” demek düşer.
Doğruhaber Gazetesi