Müslümanlar, insan olarak tüm bireylerin, Allah indinde kul olduğuna inanır ve insani vasıflar göz önüne alındığında, herkesi bir tarağın dişleri gibi görürler. Bu söylediklerim Peygamberimiz (as)’in Veda Hutbesi’nde en açık şekliyle yerini bulmuş ve “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır” cümleleriyle ifade edilmiştir.
Öte yandan yine bizler tarafından sarf edilen “Asalet” diye bir sözcük vardır. Falan kişi “Asildir” diye yorumlarda bulunuruz. İnsanları asil ve asil olmayan şeklinde tehlikeli bir ayırıma götürebilecek olan asaletin içinin boş olmadığına inananlardanım. Peki, bu bir çelişki değil mi? Görünürde çelişki. Ancak işin özüne inildiğinde, çelişki diye bir şeyin olmadığını hep birlikte göreceğiz. Eğer biz bu sözcüğü, insanları sınıf sınıf derecelendirmek için kullanıyorsak, elbette ki milliyetçiği reddeden, kavmiyetçiliğin ve sınıf farklılıklarının karşısında olan bu dinin özüne muhalefet etmiş oluruz. Çünkü Allah bize; “Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız Allah’tan en çok korkanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.(Hucurât:13)” demekle hiç birimizin bir diğerinden üstün olmadığını vurgulamaktadır.
Ancak asalet duygularına sahip olanları asil olarak tanımlamanın da gerekliliğine vurgu yapmak, yukarıdaki ayetle çelişki arz etmiyor. Örneğin yüksek bir makama gelip kibirlenmemek asil bir duygudur. Aynı şekilde bir başkasının başına gelen felakete sevinmemek ya da zenginken fakir olana saygı göstermeye devam etmek veya itibarını kaybedene itibar etmek gibi. Bu davranışları sergileyenlere “Asil insanlar” demek hiç de yanlış değildir.
Efendim, konuyu nereye bağlayacağım? Bizler asalet duygularına sahip, asil bir davanın müntesipleriyiz. “Doksanlı yıllar” diye tabir edilen dönemde, 28 Şubat’ın kamçılarından pay almış insanlarız. Özellikle bu ülkenin doğusunda gözaltı süreci yaşamayan, işkence görmeyen Müslüman kalmadı desek, herhalde abartmış olmayız.
İşin acı tarafı, bizlere işkence yapan polis tayfasının da dindar kişilikler olmasıydı. Yaptığı işkenceyi bir ibadet aşkıyla gerçekleştiren bu şahıslar, şimdi ne yapıyorlar bilmem? Ama bir kısmına şu sıralar operasyon düzenlendiği kesin.
Ortada bu kadar kindar davranacak bir durum yokken, cemaatle kılınan namazlardan sonra bodrum katlarına inip, gözleri kapalı bir şekilde teyemmüm ile namaz kılan Müslüman kardeşlerinin etlerini ezip, çekilen eziyetlerden dolayı sıktıkları dişlerinin arasından kan sızmasına sebep olmayı neyle açıklıyorlardır, onu da bilmem. Ama fiziki işkence yaptıkları halde, şimdi kendilerine psikolojik işkence yapıldığını basından takip ediyoruz. Ha bir de fiziki işkence görenlere bu psikolojik işkence lafı çok gülünç geliyor, bunu da ekleyelim.
Emniyet Müdürlüklerinin alt katları genellikle çalışma ofisi, üst katları da lojman olarak kullanılır. En azından bizim gördüklerimiz böyleydi. Üst katta çoluk çocuğu ile akşam yemeğini yiyip, akşam namazını eda ettikten sonra aynı binanın bodrum katına inip, akşam namazını kılmak isteyen Müslüman kardeşlerine abdest suyunu fazla gören ve abdest alınan suyu basınçlı hale getirip, çırılçıplak dindar kardeşlerine tazyikli suyla işkence yapanların şu an, ne düşündüklerini de bilmem.
Sonunda Allah kelimesi bulunan bir isme “Kontra” sözcüğünü eklemenin, ‘Zaman’ında, hâşâ huzurdan hayvanlara yem olabilecek ‘Saman’ın içine çer çöp bulaştırarak, bu halka yutturmaya çalışan tayfanın ’Yolu’nun çok yanlış olduğunu defalarca zikrettik, yazdık ama anlayan olmadı.
Ama dedim ya. Bizler, asalet duygularına sahip asil bir davanın müntesipleriyiz. Her ne kadar bizlere yanlış yapmış olsa da, bir başkasının felaketine sevinemeyiz. Netanyahu’nun dahi hidayetini isteyip, çevremizdeki tüm insanların ıslahı ile meşgul olmak zorundayız. İtibarını kaybedene itibar etmek durumundayız. Bizleri kelepçeleyen bu insanların kelepçelenmesine “Oh olsun” diye yaklaşmak, belirttiğim asalet duygularından yoksun olmak demektir. Bizleri işkencelerde ayet ve hadislerle kandırmaya çalışan bu zihniyete “Beter olun’’ demek Peygamberi bir metot değildir. Aziz Peygamber, Mekke’nin fethinde Ebu Süfyan’ı itibarsızlaştırmamıştı. Bizler bu mektebin öğrencileriyiz. Basınlarında bizlere her türlü iftirayı atan ve akla hayale gelmedik yalanları haberleştiren bu zihniyete, misliyle mukabele etmek şanımıza yakışmaz.
Bırakalım büyüklük bizde kalsın.