Çözüm sürecinin ardından Bölge'de devam eden kaos ve kargaşa halkı perişan ediyor. Operasyonlar ve sivil girişimler büyük fotoğrafa odaklanarak değerlendirilmeli. İleride bölgenin rengini yansıtacak politikalara dikkat etmek lazım.
Süreç boyunca verilen tavizlerle tanınan imkânlar, bugünün hasılatını haber verdiği gibi, bugünün ters yönlü politikalarıyla da yarını olumsuzluğa mahkûm etmemeli.
Örgütün çatışmaları sivil alanlara taşıması aslında bir strateji gereğiydi. Dikkat ederseniz kırsal alanda artık saldırılar yok. Çatışmalar bütünüyle şehir içlerine ve mahallelere taşınmış durumda. Örgüt, kırsalda belli ölçüde darbe almış olabilir, ancak şehirde eylem yapabilecek durumdaysa eğer, bir şekilde bunu kırsalda da gösterebilir, fakat öyle yapmıyor.
Örgüt, ‘kırsalda çatışarak öleceğimize, şehir içlerinde halkın da zarar göreceği bir çatışma şekliyle hem bize duyarsız kalan halka acının bir kısmını dokundurmuş olalım hem de halka silah, bomba ve çukur yöntemiyle korku salalım, kaçırtalım' siyasetini güdüyor.
Çatışmanın şehir içlerine taşınması, örgütün bir stratejisiydi; bunun yanında şehir içlerinde uzun uzadıya devam ettirilen operasyonlarla, halkı canından bezdirecek uygulamalara gidilmesi de karşı tarafın sözü edilen oyuna bir anlamda gelmesi oldu.
Aynı siyaseti devlet de güdemez mi? derseniz. Niye olmasın, derim. Asıl çözümü zamana yayarak, kuklayla uğraşıp halkın uzun süre normal yaşama dönüşünü sağlamayarak bütün olup bitenleri örgüte fatura etmek gibi bir politika da güdülüyor olabilir.
Hükümet ‘gerekirse tek tek mahallelere girilecek' diyor. Oysaki mahallelere çoktan girildiği halde şehirlerin elektriksiz ve susuz bırakılması yanında halkın günlük yaşamını olumsuz etkileme ve ihtiyaçlarını giderme noktasındaki zorluk günlerinin uzamasından başka bir gelişme olmadı sanki.
Oysaki bu halkın bir an önce huzura dönüş ihtiyacı vardır. Silahlı unsurların bir an önce Nusaybin'in, Cizre'nin, Silopi'nin dışarısına atılması lüzumiyeti vardır. Kalabalık şehirlerde atılan her bir kurşunun mutlaka bir hedefi ve zararı vardır. Patlatılan her bir bombanın tahripkâr yönü düşünülmelidir.
Şehirlere uygulanan uzun süreli sokağa çıkma yasaklarının ardından halkın tekrar çukurlara mahkûm şekilde hallerine terk edilmesi, birbirlerine duvarları delinen evlerle alakalı halkın kendi evinde bile güvende olamaması, yapılan çalışmalarla alakalı düşündürücü ve soru işaretleri oluşturucu hususlar olsa gerek.
İki tarafın, ‘biraz da halk bunu hissetsin' siyaseti çok kirli ve haince bir siyaset olur. Tekme tokatlı kavgalarda bile iç mekânlardaki hasımların ‘dışarıya!' yani etraftakilerin zarar görmeyeceği bir yere birbirlerini davet etmeleri, kavga ahlakıyla alakalı olarak çok şeyi ifade ediyor aslında.
Şehir çatışmaları halkı canından bezdirdikçe faturanın iki tarafa da kesileceği muhakkaktır. Mahallelerin içine yuvalanmış kötülükleri, sağlam ve isabetli adımlarla diskalifiye etmek ve zararlı unsurları doğru adımlarla bertaraf etmek herkes için hayırlı olan yöntem olacaktır.
Tahir Elçi, kimilerine göre örgütün hendek vs. uygulamalarına karşı çıktığı için öldürüldü. Kendileri hedef ederek vurmamışlarsa şayet, şehir içi çatışmaların hangi noktaya varabileceğini artık anlamaları lazım. İlginçtir ki Elçi vurulmadan önce, ‘operasyonlar, çatışmalar… buralardan uzak olsun' diyordu.
Sonuç olarak, ‘halka dokunsun' diye yapılan bütün girişimlerin sonucu hüsran olacaktır. ‘Halk nasiplensin(!)' dediğin yerde kendini vuracaksın, kendini yıkacaksın, kendini yok edeceksin… Bu böyle biline…
Not: Kulp ilçesinin Benin (Karaağaç) köyünde hizmet veren Kur'an Kursu'nda çıkan yangında hayatlarını kaybeden Kur'an bülbüllerine Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabırlar diliyorum, Müslüman camiaya taziyelerimi sunuyorum.
Selam ve dua ile…