Türkiye’nin bir resmî bir de gizli (gerçek, kripto) tarihi vardır. Resmi tarih, tozpembe tablolar içerir: Bunu, “23 Nisan, neşe doluyor insan!” sözüyle özetleyebiliriz.
Kripto diye tabir ettiğimiz tarihte ise (ki asıl tarih budur) kan, zulüm ve gözyaşı vardır: Topal Osman ve Ali Şükrü Bey olayı, Şeyh Said Efendi Qıyamı, Geliyê Zila Katliamı, Dersim Katliamı, Ortaçağ’ın karanlık Avrupa’sının engizisyonlarını aratmayan İstiklal Mahkemeleri… Darb-ı mesel haline gelmiş, “Sanığın idamına, delillerin bilahare toplanmasına” cümlesi ile özetlenebilecek karanlık ve vahşetengiz bir devir…
Laik-Kemalist Cumhuriyeti muhkem hale getirmeyi hedefleyen 60 İhtilali, 71 Cuntası, 12 Eylül faşist darbesi, üstü karanlık 90’lı yıllar, 28 Şubat post-modern darbesi ve bu süreçlerin sonunda kripto tarihin ambarlarında birikmiş, artık taşma noktasına gelmiş pisliklerin, günah keçisi seçilmiş bir camiaya fatura edilmeye çalışıldığı zemheri soğukların böbrekleri çürüttüğü 2000’li yıllar…
Laiklik ve Türkçülük üzerine kurulmuş ve kurgulanmış “egemen paradigma”, bu süreçlerin sonunda kendisine muhalif en büyük kitle olan “İslamcıları”, 28 Şubat “altın vuruşu” ile ehlileştirdi, evcilleştirdi. Özelde Kemalizm ve sekülerizme; genelde ise, bu topraklardaki oyun kurucu küresel emperyal güçlere, global kapitalist sermayeye, eleştiri ve azarlamanın serbest, antlaşma iptallerinin ise yasak olduğu Terör Devleti İsrail’in “kaymaması gereken” eksenine entegre ettirdi.
Geldiğimiz aşamada “vahy”e alternatif olarak ihdas edilen laiklik ve Kemalizm, İslamcı geçmişleriyle maruf mevcut idarecilerimiz tarafından refere ediliyor hatta ihraca yelteniliyorsa, süreç başarıyla tamamlanmış demektir.
Son on yılda maddi kalkınma ile ters orantılı olarak maneviyat alanında tam bir çöküş yaşanıyorsa, ahlaki yozlaşma ve sefahet tavan yapıyorsa, bin yıldan fazla bir süredir İslam’ın şiarları olan çarşafla, sakalla, cübbeyle, tesettürle mezcolmuş bu milletin(İslam Milleti) ahfadları, şimdilerde bu şiarları görünce yüzünü buruşturuyor hatta bunların tehlikeli olabileceğini düşünüyorsa, haramlar konusundaki duyarlık artık kaybolmuşsa, Meryem oğlu İsa ve Davut(AS)’ın dili ile lanetlenmeyi gerektirecek bir “nemelazımcılık” zirve yapmışsa… Küresel ve yerel ortakların 28 Şubat’la hedeflediği ehlileştirme ve evcilleştirme operasyonu başarı ile tamamlanmış demektir.
Varsın birileri, “Âhı gitmiş vâhı kalmış” birkaç mütekaid paşanın mahkeme safahatına dâhil edilmesini, “Bakın, 28 Şubat bin yıl değil, on beş yıl bile sürmedi!” retoriğini tekrarlayadursun!
Bu topraklarda Büyük Şeytan Amerika ve Haçlı İttifakı NATO’nun yüzden fazla üssü ve bu üslerde kümelenmiş binlerce ajanı olduğu, Seferberlik Tetkik Kurulu (Özel Harp Dairesi)’nun hangi ülkelerin istihbarat örgütlerine göbekten bağlı olduğu ortaya çıkarılmadığı, katillerimiz, zalimlerimizle stratejik ortaklıklar kurduğumuz müddetçe, resmi tarihin yalanlarını dinleme sırasının bizden sonraki nesillere geleceğinden endişe ediyorum.
Kripto tarih Dink cinayetini, Danıştay saldırısını, Papaz cinayetlerini, Zirve yayınevi baskınını vs. mütedeyyin çevrelere fatura etmeye, halkın bağrından çıkmış, bu yerel ve küresel şeytani tuzak ve kumpasları boşa çıkarabilecek maddi-manevi donanıma sahip camiaları halkın gözünden düşürme, marjinalize etme maksatlı “kontra, jitemci, derinci, kirli geçmiş vs.” gibi yaftalarla karalamaya çalışmaktadır.
Yukarıdaki bahse konu psikolojik harekatlara ve yalnızlaştırma operasyonlarına maruz kalmayı göze alamayan birilerinin, toplumun seksen yıl önceki inanç değerlerinden fersah fersah uzaklaştığını gördükleri (belki de göremedikleri) halde, egemen İttihatçı-Kemalist paradigmanın kırmızı çizgileri ile barışması, hatta yerel ve küresel kripto muktedirleri rahatlatacak bir tarihi(2023) hedef ittihaz etmiş olması, “28 Şubat ve ehlileştirme” meselesine ışık tutacak ipuçlarını barındırması bakımından son derece dikkat çekicidir.
İslamcıları Kemalizm’e entegre etme hususunda başarılı olduğunu düşünen “Yerleşik Düzen”in aktörleri, benzer yöntemlerle Kürt Sorununu da çözebileceklerini düşünmektedirler. Kürt Sorununun Kemalizm’le bir alıp veremediği bulunmayan seküler-sol tandanslı aktörlerini İttihatçı- Kemalist paradigmaya entegre ederek, “yerleşik statüko”yu profesyonelce tartışma dışında bırakan ve İslamcıları, “İslam Devleti” idealinden vazgeçirip liberal-muhafazakar bir yapıya dönüştürme başarısı gösteren etno-seküler Kemalistler, etno-seküler Kürtleri de “Bağımsız Kürdistan” ideali, hatta “Demokratik Özerklik” fikrinden dahi vazgeçirmiş gibi görünmektedirler.
Her iki aktöre de, “Madem derdiniz buydu, o halde neden elli bin insanın kanının dökülmesine sebebiyet verdiniz?” şeklinde bir soru yöneltmeyi gereksiz görüyorum. Asıl sormak istediğim şudur: Kürt sorunu mu çözülüyor yoksa egemen Kemalist paradigmanın ömrü mü uzatılıyor?
Evet, 23 Nisan, neşe doluyor insan(!)