Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selam da O'nun pak Rasulüne olsun.
Ölmek her canlının kaderi ve maddi anlamda ruhun bedenden ayrılması anlamına geldiği gibi, mecazi manaları da vardır.
Bana kalırsa canlıların ve cansızların, ülkelerin ve kitlelerin, güzelliklerin ve çirkinliklerin, dahası birçok şeyin ölümü aşksızlık sebebiyledir.
İnsanlar aşsızlıktan değil, aşksızlıktan ölür. Çünkü insanın kalbinde yeterince sevap aşkı olsaydı, açların aç kalmasına müsaade etmezlerdi. Bu hem maddi, hem de manevi açlık için geçerli. Asr-ı Saadet'e baktığımız zaman, maddi açlığı doyurulan kimi insanların, manevi açlıklarının da buna bağlı olarak bittiğini görürüz. Müellefe-i kulûb dediğimiz kimseler buna en güzel örnektir. Mal verirsiniz ve kalbini kazanırsınız.
Bakınız yeni nesillere. Aşksızlıktan yıkılıyor yuvalar. Fetvasını alan kadın, kaynanasına bakmıyor; erkek de hanımına yeme-içme ve giyme dışında bir lütufta bulunmuyor. Neden? Çünkü İslam her ikisine de bu hakları tanıyor. Peki, nerede kaldı aşk? Nerde kaldı lütuf, şefkat ve merhamet? Fetvanın arkasında kaldı.
Zanaatler bile aşksızlıktan ölür. Bu devirde eski saat tamirciliği, kalaycılık yahut antika eşya alım satımı gibi meslekler devam ediyorsa, bu, onlara olan aşkın bir sonucudur. Hiç kimse istemediği halde eski püskü o eşyaların arasında vakit geçirmek istemez.
Devletler de aşksızlıktan ölür. Bir devleti oluşturan bireylerin hak ve adalete, ilim ve hikmete, huzur ve refaha, şefkat ve merhamete olan muhabbetleri ölünce, o devlette anarşi ve kargaşa baş göstermeye başlar. Bu da o devletin sonunu getirir.
Sahabeler (r.anhum), Rasûlullah (asv)'a âşıklardı. Onun saçının telini bile saklayacak kadar âşıklardı. “Diyelim ki cennete gittim. Sen benden daha yükseklerde olacaksın. Seni göremezsem ne yapacağım ben cennette?” diye kara kara düşünecek kadar âşıklardı.
Asr-ı saadette aşk, cinsiyet değil, şahsiyet işiydi; ilim ve hikmet menbaıydı. Hz. Âişe, düğün gününde Efendimiz (sav)'in ikram ettiği sütü kabul etmeyince Esma b. Yezid ona biraz kızmış ve “Rasulullah'ın ikramı geri çevrilir mi?” demişti. Efendimiz de “Ey Esma! Al sen iç o zaman!” buyurunca Esma(r.anha) tası alıp, Efendimiz(sav)'in içtiği yerden içmişti. İşte bu Esma(r.anha), kadınların hatibesi unvanına kavuşmuştu.
Önce Kur'an'a, sonra da ilim ve hikmete olan aşksızlığımız vurdu bizi can evimizden, öldürdü bütün güzel hasletlerimizi. İlim ve hikmete, vahiy ve marifete olan aşkımız mı? O da öldürdü bir kısmımızı, canımızı alırcasına sıktı bizi. Ancak inşâAllah kışın ölüp baharda yeşeren kır çiçekleri ve diğer bitkilerin sonu gibi olacaktır ilim aşkından ölenlerimizin hali. Allah yolunda katledilenlere ölüler demeyi caiz görmeyen Rabb, ilim aşkıyla kıvrananı heba eder mi? Kendisine olan hüsn-ü zannımız hürmetine heba etmesin bizi O yüceler yücesi…