Feraset; bir şeyin iç yüzünü yani zahiri anlamdan ziyade batınî yüzünü görmek, bir metnin hakiki anlamını kavramak, hak ve batılı net bir şekilde ayırabilmek, en hayırlı olanı bilerek seçmek, doğru hareket etmek ve düşüncelerinde tutarlı olmak gibi anlamlara gelmektedir. Ferasetli olan kişilerin kavl ve fiillerine ve en önemlisi kalplerine bu durum yansır.
Bilinmelidir ki, feraset sahibi olmak ihsanı ve ihlaslı olmayı gerektirir. Feraset, Yüce Allah'ın dilediği gibi yaşamayı gerektirir. Yani feraset sahibi olabilmek için öncelikli olarak her türlü kötü hal-hareketlerden ve sözlerden uzak durmalı, sâlih amellerle donanıp güzel bir ahlak elbisesine bürünülmelidir. Bunun neticesinde kişi kalbini iman nuru ile donatıp takvaya büründükten sonra feraset sahibi olabilir. İşte müminde oluşan bu ferasetin kaynağı, Rabbimizin kalbine ilham ettiği iman nurudur. Bu husus Kur'an'da şu şekilde ifade edilmektedir: “Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır).” (A'raf, 203)
Her bireyin kendi özelliklerine göre dünyevi meselelerde bir feraseti olabilir. Buradaki ferasetin oluşumu tecrübe ile oluşmaktadır. Örneğin, tecrübeli bir doktor, yanına gelen bir hastanın hastalığını muayene etmeden anlayabilir veya tecrübeli bir avukat herhangi bir olayı sonuçlandırmaya çalışırken, herhangi bir araştırma veya belgelere dayanmaksızın olayın nasıl sonuçlanacağını kavrayabilir. Baktığımızda feraset ilmine sahip kişi, olayları çevreleyen derin bir bakışa sahip olup olayları tek yönlü ele almaz. İşte feraset, bu hassasiyet içinde bir kişilik sergileyebilmektir.
Maddi ve manevi olan her şeyde feraset ilmini talep edenler, Allah'tan gerçek manada ittika etmelidirler. Tam anlamıyla iman nuru, ilham ve takva dediğimiz bu üç unsurun bir araya gelmesiyle kâmil bir feraset ilmi oluşur. Bir ayetinde Yüce Allah (CC) şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Şayet Allah'tan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” (Enfâl, 29) Nasıl ki, insanların dünyada bazı sebeplerden dolayı korkuları oluyorsa, müminlerin de kalplerinde Allah korkusu olur. Böylece takva sahibi kişi, Allah'ın emrini yerine getirip yasaklarından kaçınmaya, ibadet ve zikirle meşgul olmaya, sünnetullah çerçevesinde yaşamaya özen gösterdikçe kalbi, Allah'ın nuruyla dolar, bütün kir ve şüphelerden arınır. Bunun neticesinde de Allah'ın nuruyla bakmaya başlar. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem de, bir hadis-i şeriflerinde, “Müminin ferasetinden sakınınız; çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar.” (Tirmizi, Taberani) buyurarak dost-düşman herkese ‘mümine bakış açılarını tekrar gözden geçirmeleri'ni işaret etmiştir...
Feraset ilmine sahip olmak ve Allah'ın nuruyla bakan kullardan olmak dileğiyle…