Firavun: “Ey Haman haydi benim için çamuru ateşte pişirip bana bundan bir yapı inşa et. Belki Musa’nın tanrısına ulaşırım”(Kasas:28), “belki yollar keşfederim”(Gafir:36) dedi. Firavun; İlahi mesaja karşı duran güç ve siyaset sahibi, azgın ve cahil bir kişiliktir. Böyle olduğu için onun her emri, her sözü; bir hesabın, bir siyasetin dışa vurumudur. Onun her emri, her sözü kendince bir stratejiye dayanıyor. Haman’a verdiği emirde olduğu gibi Firavun; hiçbir sözü hesapsızca söylememiş, hiçbir hareketi rasgele ortaya koymamıştır. Binaenaleyh bu sözüyle Firavun; siyasetine ve sitemine dair bazı ince hususları dışa vurmuştur. Yoksa mesele sadece bir kule yapmaktan ibaret değildir.
Ayette firavunun inşasını istediği yapı “sarh” diye ifade buyrulmuştur. Sarh; yüksek, gösterişli, göze çarpan kule, saray v.s yapıdır. Açık ve net anlamı olan söze de “sarih” denilir ki bu da sarh ile aynı köktendir. Aynı şekilde Süleyman’ın da(a.s) bir sarhı vardı. Ama bu, Firavun’unkinden farklı olarak camdandı ve suyun üzerindeydi.(Neml:44).
Firavun, köşkün malzemesinin ateşte pişirilen çamurdan olmasını emretti. Yani bu köşkün yapısında sırasıyla su, toprak ve ateş olmalıydı. Bu yapıda su kullanılıyor ama ateşe mahkum ediliyor. Normalde ateş suyu yenemez ama arada toprak olunca ateş suyu kurutur. Çünkü toprak ve ateş bir olduğunda su, etkisiz kalır. Toprak suyu emer, ateş de onu kurutur. Çamur, toprağın henüz suyu sindirip ateşe maruz kalmadığı haldir. Bu nedenle insanın karakterine “tıynet” adı verilir. Tıynet, çamur parçası demektir. Neden insanın karakterine “tıynet” denilir? Demek ki hala bünyesinde suyu ihtiva etmeye devam ediyor. Tıyn yani çamur, toprağın henüz suyu tamamen kurutmadığı haldir. Buna göre tıynet sahibi kimsede su, hala belli oranda varlığını koruyor. Bu kişi kendisini ateşin hararetinden korumuştur ki hâlâ tıynet sahibidir. Hâlâ tabiatında suyu dolayısıyla nemi muhafaza etmeye devam ediyor. Binaenaleyh bu kimsenin tıyneti-tabiatı ürünü yeşertmeye uygundur. Öte yandan hayırsız ve karaktersiz kimseye de “tıyneti kuru” denilir. Yani artık bunda suyun-nemin hiçbir eseri kalmamış, dolayısıyla artık bunda bir şeyin yeşermesi mümkün değildir. Tıynet sahibi kimsenin içinde nemlilik devam ettiğinden onun içi Hz. İbrahim(a.s) gibi serin ve selamdır. Huzurlu ve mutmaindir. Buna mukabil tıyneti kurumuş olan kimsenin içi nemrut gibi ateşten bir parçadır.
Su, toprak ve ateş, hayatın üç unsurudur. Bunlar olmadan hayat olmaz. Mesele hangisinin ön planda olacağıdır. Firavun, sarayının yapı taşında hâkim unsurun ateş olmasını istedi. Bu yapıda su olacak ama o suyu toprak ve ateş birlikte tasfiye edecek. Bu nedenle Firavun özellikle çamurun ateşte pişirilmesini istedi. Su, serin ve saydam; toprak ise katıdır. Ateş de yakıcıdır. Firavun, yönetim sisteminde suyun eserinin kaybolmasını istedi. Çünkü suyun olduğu yerde ateşin hükmü olmaz. Toprak ise şeffaf değildir. Kapalılığı ifade eder. Bu da Firavunun-beşerin yönetiminde derin yapıların oluşmasına zemin hazırlar. Geriye sadece toprak ve ateş kaldığında yönetim son derece katı ve kapalı olur. Ateşe dayalı olur. Bu da yönetimde derin yapıların, çıkar gruplarının oluşmasına sebep olur. Derin devletin yapı taşı toprak ve ateştir. Toprak örtecek ateş yakacak. Ya da tersi; ateş yakacak, toprak örtecek. İşte beşerî devlet sisteminin temeli ve felsefesi budur.
Firavun böyle bir yapıyla çıkış yolu bulacağını sandı. Belki o yolları bulurum dedi. Fakat toprak ve ateş yol değildir. Bunlardan medet uman en sonunda suyun içinde boğulur. İslam, bu unsurlar içinde suyun hakim unsur olmasını esas alır. Çünkü su, şeffaftır. Serin ve selamdır. Huzur ve bereket kaynağıdır. Bu nedenle Süleyman’ın(a.s) sarayı suyun üzerindeydi. Hem de camdandı, şeffaftı. İşte İslam idaresi ile beşerin yönetimi arasındaki en önemli farklardan birisi de budur. Firavun sarayına “sarh” diyor ama her şeyiyle karanlık bir yapıdır. Buna mukabil Süleyman(a.s), köşküne “sarh” derken bu gerçekten sarihtir. Şeffaftır. Çünkü bu, camdan bir yapıdır. Hem de suyun üzerindedir.
Beşer sisteminde yönetimde muhakkak derin ve karanlık yapılar vardır. Çünkü beşeri yönetimin tabiatı böyledir. Müslümanlar, İslam’ın idare nizamını esas alarak hareket etmelidir. Tunus’ta, Mısır’da, Türkiye’de şuan ağırlıklı olarak Müslümanların takip ettiği yöntem budur. Bir yerde Müslümanlar ağırlıklı olarak bir yöntem benimsemişse diğer Müslümanların da bunu kabul etmeleri gerekir. Bu, toplumu ikna etmeye yönelik şeffaflığı esas alan bir yöntemdir. Müslümanların takip ettiği bu usulden rahatsız olan küfür, şuanda bu ülkelerde Müslümanlarla halk arasında sorun çıkarmaya çalışıyor. Müslümanların ekserisinin ağırlığını koyduğu usulü diğer Müslümanların tasvip ve takdir etmesi gerekir.
İslami harekete alan ve konum kazandırmak için çalışan Müslümanlara selam olsun.
Doğruhaber Gazetesi