Önümüzdeki günlerde açılacak olan Avrasya tünelinin adı ne olsun diye anket yapılınca o uğursuz muhabbet yine hortluyor.
Sesleri hacimlerinden fazla çıkan ve sayıları birkaç yüzü geçmeyen katı ulusalcı mini bir grup var. Bunlar, 18 yıllık bir kesinti hariç, yüzyıllarca ezan-ı Muhammedi ile serfiraz olan şu aziz memlekette yaşıyorlar.
Laik rejim tarafından özel muamele gören bu onuncu yıl nesli için, ne doların ateşi, ne de yoksulluğun külü önemli.
Bunların çağdaşlık gibi bir tekerlemeleri var ama öyle eğlenceli ritüellerle dolu tiyatral davranışları da var ki, paganist tarihten post modern çağa ışınlanmış gibiler.
İnandıkları dinin felsefesinde, doğayı; ontolojik zincirin merkezinde saydıklarından, kutsal kabul ediyorlar. O yüzden, her türlü yol, köprü, tünel gibi yapıların inşaatını, doğaya müdahale sayıldığı için büyük günah kabul ediyorlar ve başlangıçta şiddetle karşı çıkıyorlar.
Ama yapıldıktan sonra, doğaya karşı işlenen bu cürüme karşı duramamanın getirdiği eziklikle, adeta günah çıkartarak “yürüyün, ilahlarınıza sahip çıkın, sizden istenen budur”(Sad, 6) diyerek yaygarayı koparıyorlar.
Onlara göre, her resmi kurumun ve okulun önünde, içinde, sınıfında, duvarında, köşesinde, kitabında, töreninde, derslerinde bol bol Atatürk olması yetmez. Her ilin, ilçenin, meydanında, heykelinin olması veya ana caddelerinden birine adının konması da yetmez.
Halkın yararına yapılan her hizmete onun ismi verilmeli. Havaalanı mı yapıldı adı Atatürk olmalı. Köprü, alt geçit, park, orman, baraj, liman ve stat gibi ne kadar ortak alan varsa hepsine onun adı verilmeli.
Okuduğumuz üniversitede bölüm başkanı bir öğretim görevlisi vardı. ‘Ağırlık, uzunluk, alan ve hacim gibi ölçüler için kullanılan kilogram, metre, dekar gibi ifadeler yerine ‘Atatürk', ‘Atilla', ‘Kubilay', ‘Mete' gibi isimler kullanılmalı' diyordu. Bize de öyle yazdırıyordu.
Ama ber-vech-i meşrûh, mezkûr kesim, daha post ve neo cins bir jenerasyon. Çünkü bunlar, kafatasçılığın Nirvana'sına ulaşmışlar ve mesela Mustafa Kemal'i bile kabul etmiyorlar özellikle Atatürk olmak zorundaymış. Ve öyle köktenciler ki, önünde arkasında onun Ata'lığına gölge edecek Gazi, Mareşal, Paşa ya da Ulu Önder gibi unvanları bile istemiyorlar.
Bunlara göre öyle isim, söz ve heykel gibi ikonların bekası için de bu vatanda(!), devlet her ne yapacaksa onun adına yapmalıdır. Mecliste yemine varıncaya kadar her şey onun adına olmalı, anayasa onun adına düzenlenmeli hatta darbe bile yapılacaksa onun adına yapılmalıdır.
Peki, halkta hiçbir karşılıkları olmadığı halde ve Türkiye'yi, heykeller önünde çelenklerle boyun eğen komik bir ülke durumuna düşürdükleri halde, doksan yıl önce memlekette yaşatılanları unutturma gayesiyle bağırırlarken sesleri niye böyle gür çıkıyor dersiniz.
Sebep, sadece 5816 sayılı kanun filan değil. Asıl sebep, onlardan olmadıkları halde, siyaseten, maslaheten ve muvakkaten kraldan çok kralcı olanlar.
Düşünsenize daha iki gün önce Ak partili kadın vekiller ki, -çoğu Kemalistler'in tabiriyle gericiliğin sembolü olan türbanlı halleriyle- kalkmışlar Anıtkabir'e teşekküre gidiyorlar. Gerekçe ise kadınların seçme ve seçilme hakkını ona borçlu olmalarıymış.
Tarihçi Mustafa Armağan diyor ki, “1946'ya kadar erkeklerin bile seçme ve seçilme hakkı yoktu. Üstelik cumhuriyet ilan edilmeden önce Osmanlı kadınlarının kurduğu Cumhuriyet Kadınlar Fırkası da, yeni kurulan cumhuriyet tarafından kapatıldı.”
Öyle ya siz zor bir geceden geçerken “Allahüekber” sedaları ile tankların önüne dikilmenin adına demokrasi filan derseniz, birileri de kalkar kolay bir tünelden geçerken halkın değerlerinin önüne kendi totemleriyle paşa paşa dikilirler.
Ve o zaman Sultan İkinci Abdülhamit'in kemiklerini sızlatmak da kimin payına düşer dersiniz?