'Avrupalılar' diyordu İsviçreli akademisyen, 'ülkelerinde bir minare gördüklerinde bunu İslam'ın zaferinin ilanı olarak algılıyor.' Bunca hoşgörü ve çoğulculuğun bam teli haline gelen Müslüman varlığından daha önemli hale gelen sembollerin algılanış biçimi, yasaklar için masum, meşru bir gerekçe olabilir mi?
'Yoksa İsviçreliler barışsever millettir, Müslümanlara karşı bir nefretleri olamaz' savunmasına bir de öneri getirecekti: 'Belki de Avrupa'ya özgü bir cami mimarisi geliştirmek gerekir.' Bu teklifin sadece minaresi olmayan bir cami anlamına geldiğini Köln Camii'nin hikayesini dinlediğimde kavrayacaktım.
*PARİS'TE HAMİDULLAH'IN DERS VERDİĞİ CAMİ *
Geçtiğimiz hafta Paris Camii'nin el-Hamra'yı hatırlatan avlusundan şehrin taş ve beton yapısına doğru adım atarken bir grup Fransız kadın camiye giriyordu. İlk defa bir camiden içeri adım atıyorlardı belki. Endülüs tarzı at-nalı kemerli kapıdan avluya adımlarını atarken dikkatlice tepkilerini yakalamaya çalıştım. Hepsinin bir anda gözleri açılarak hayret makamında iç geçirdikleri o kısa anı yakalayabildim. Sadece gözlerinden anlaşılmıyordu bu hayret; sesli biçimde dışa yansımıştı çünkü.
Paris Camii'ni (La Grande Mosquee de Paris) her ziyaretimde tarihi konumu ve mimarisiyle çok farklı çağrışımlar yapar. Biraz Kuzey Afrika'dır, biraz Endülüs'tür Paris Camii. İslam'ın Batı'da yitik çocuklarının hüzünlü tarihinden izler bulursunuz.
Her şeyden önce caminin yer aldığı Quartier Latin, Osmanlı münevverleri için özel bir anlama sahip. Bir yanda Batı'ya karşı direnirken diğer tarafta Batı'nın maddi ilerlemesinin sırlarını keşfetmeye gelen Osmanlı talebelerinin, aydınlarının mekân tuttuğu bir yer. Sorbonne Üniversitesi'nin yanı başında, Fransız kültür ve sanat hayatının göz kamaştırıcı ışıltıları karşısında gözü kamaşan, muhkem binaların görkemi, uygarlık söylevlerinin sahteliklerinde başı dönen zavallı Osmanlı gencinin şaşkın halini hatırlatır.
Zira 19. yüzyılın sonlarında Paris'te çoğu okumak için gönderilen öğrencilerin oluşturduğu Osmanlı Müslüman nüfusu nerdeyse on bini buluyordu. Tek bir caminin bile olmadığı, farklı din ve kültürlerle bir arada yaşama deneyiminden tarihsel olarak mahrum başkent Paris'ten, ibadet edilecek bir mekân için Sultan Abdülhamid'e başvurulur. Payitahtın girişimiyle caminin inşa edilmesi için bir arsa tahsis edilir. Ancak 93 harbinin çıkmasıyla bu girişim yarım kalacaktır.
Bugün arzı endam eden o büyük Paris Camii'nin inşa edilmesi için 1926 yılına kadar beklemek gerekecektir. Yine de Osmanlı hatırası taşıyan bir arsa üzerine ama bu kez Fransızların sömürgelerinden getirip savaşa sürdükleri Müslüman askerlerin anısına yapılarak bir tür gönül alma işlevi görmesi için yapılmıştır. Cezayirli, Tunuslu Müslüman gençler, Fransızlar adına savaştırılmış, 70 binden fazlası can vermiştir.
Paris Camii'nin hatırası nedense hem bu sömürge geçmişini hem de Osmanlı hatırasını unutturur. Çünkü mudajar mimari tarzı onu tarihin derinliklerine götürür, Endülüs'le köprü kurar. Paris Camii Müslüman fatihlerin atlarının yakınlarına kadar geldiği Endülüs'ü hatırlatır daha çok.
Minaresi hala Kuzey Afrika'da, Mağrip'te kullanılan, daha çok Fez'den, Tanca'dan, Titvan'dan Endülüs'ten izler taşır.
At-nalı kemerli avlu kapısından geçmeden önce başınızı yukarı kaldırdığınızda büyükçe ay yıldız görürsünüz. İşte o avlu, serviler, süslemeli duvarları ve kemerleriyle zaman tünelinden kopmuş, mekânı aşmış bir anın durdurulmuş halini çağrıştırır. İşte, şehrin yoğun yapısından kopup bir anda farklı bir dünyanın estetik ve huşu anını yakalayan kadınları şaşkına çeviren görsellik…
Bahçeden sonra iç avlusu tam bir Endülüs esintisidir. Yer ve duvar mozaiklerindeki arabesk süslemeler gizemleri arasında koşturan çocukları gördüğünüzde daha çok Mağrip'te hissedersiniz kendinizi. Mimarisi İslam estetiğinin, sanatının yitik izleriyle buluşma çabası gibidir.
Benim için Paris Camii, Muhammed Hamidullah ile bir anlam taşır. Ne zaman burasının ismi geçse 'Hamidullah'ın ders verdiği cami' cümles akar zihnimde…
İç avludan, sokaktan bakınca yapıyı bütünleyen, estetik forma anlam veren minaresidir. Ne hissettim ilk gördüğümde? Bir zafer mi? Hayır! Her şeyden evvel ibadet edeceğin bir mekâna kavuşmanın huzuru… Ya dış dünya, Paris, Fransa, Fransızlar, Müslüman olmayanlar, hatta düşman olanlar? Tam burada minarenin anlamı farklı katmanlar kazanıyor. Bu garip dinin bu beldelerde de şahitlik edecek bir izinin olması, inanmayana da bir teklif, bir imkân sunuyor olmasının ferahlığı… Evet, bir ferahlık!
*BERLİN'DE ŞEHİTLİKTE YÜKSELEN MİNARE *
Tarihsel olarak bizden doğrudan izler taşır Berlin Camii. 18. yüzyıla kadar eskilere uzanan bir Osmanlı hikâyesidir. Şair ve mutasavvıf bir Osmanlı elçisi Ati Azizi Efendi'nin 1798 yılında Prusya topraklarına defnedilmesi ve onu başka Osmanlı sefirliğinin mezarlarının izlediği bir geçmişten bahsediyoruz. Daha sonra Abdülaziz'in yaptırdığı anıt ve son Osmanlı sefiri Hafız Şükrü Efendi; 1924 defnedilişi… Birinci Dünya Savaşı'nda tedavi için getirilen yaralı Osmanlı subaylarının defnedildiği tam bir şehitlik. Yenilgiler sonrası sarıldığımız bir şefkat mekânı gibidir.
Caminin tarihi çok yeni olmasına rağmen belki de Avrupa'daki en esk şehitlik olması, burayı vatan kılan gurbetçiler için varlıklarını anlamlandıran manevi bir anlam kazandırıyor. Almanya'daki Osmanlı izlerinin somut hali, 'yedi yüzyıl süren hikayemiz'in en hüzünlü kısmını hatırlatır.
Şehitlerin bereketiyle olsa gerek ki semboller düzeyinde bile İslami görüntüleri, farklılığı içine sindiremeyen Almanlar için Osmanlı mimarisi tarzında ve minareli bir camiye izin verilmiş olması bil şaşırtıcıdır.
Köln Camii'ni gördükten sonra bunun ne anlama geldiğini kavrayabiliyorum. Şehitlik Camii'ne göre dev ölçekteki caminin klasik İslam mimarisinden izler taşıması için her türlü çaba gösterilmiş. Hatta iç dekorasyonu ve süslemelerinde klasik İslam sanatlarından esintiler, izler taşıyan motiflere müdahale edilerek Alman kültürüne aykırı olduğu gerekçesiyle değiştirilmesi istenmiş. Minareye, İslam'ın zaferi çağrışımı yaptığı için Avrupalıların karşı çıktığını söyleyen Katolik dinler tarihçisinin eksik bıraktığı açıklamanın uygulamalı hali…
*LONDRA'NIN ORTA YERİ *
Londra Merkez Camii ya da Central Mosque hayatımda hepsinden daha farklı iz bırakmıştır. Londra'nın en merkezi yerindeki bu camii Müslümanlara karşı daha müsamahalı, daha çoğulcu İngiliz yaklaşımının izlerini taşır. Daha 20. yüzyılın başında bir cemaat oluşturacak kadar mühtedi bir Müslümana sahipti güneş batmayan imparatorluğun başkenti. M. Pickthall'in İngilizce Kur'an mealinin tarihi düşünüldüğünde bu tarihsel köken daha iyi anlaşılır.
Caminin kubbeli ama modern tarzı, minaresi daha çok Arap tarzından izler taşıması ilk bakışta ne Paris Camii'nin ne Berlin'deki caminin sarsıcı etkiyi yapar. Buna karşın bulunduğu toplumun yapısından etkilenmişçesine daha dışa açık, çok daha farklı renkleri içinde barındıran bir yapısı mimari soğukluğu bir anda yumuşatır, adeta sığınmağa dönüşür.
Londra'nın en merkezi yerindeki bu cami de yine bir Osmanlı nişanesi taşır. Bugünkü bina yapılmadan önce, ilk yapı, 1944 yılında, (Osmanlıdan kalma olduğu söylenen) bir arsa üzerine, Kahire'de ve Hartum'da aynı ölçekte kilise yapılması karşılığında Kral 6. George tarafından resmi olarak açılır.
Akif Emre yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/avrupada-uc-minare/38155