Şevval-Haziran başlarında Avrupa seyahati münasebetiyle, Müslümanların azınlık olarak yaşadıgı yerlerdeki durumlarını değerlendiren bir yazı çıkmıştı bu köşede.
Akabinde de aynı mevzuya dair bir kaç yazı ile devam etmek istediğimi ifade etmiştim.
Lakin, başta Merhum Mursi'nin vefatı olmak üzere, hakkında sıcağı sıcağına yazmayı gerektiren bazı hususlar araya girince, ikinci bir yazı ancak bu vakte kısmet oldu.
Rabbi tanımayıp ona isyan etme anlamındaki, insan fıtratına ters her türlü melanetin sistematik bir şekilde yürütülüp dayatıldığı gayri müslim bu diyarlarda, başta kendisi ve ailesi olmak üzere, aynı toplumda yaşayan müslüman aile ve nesilleri korumak adına dertlenip tüm imkanlarıyla seferber olanlar her türlü takdiri hak ediyorlar.
Her şeyden önce bunu ifade etmeyi bir borç addettiğimi belirtmeliyim.
Hele müslüman aile ve nesillerle sınırlı kalmayıp, toplumlarının kahir ekseriyetini teşkil eden gayrı müslimlere de hidayet bulmaları amaçlı el atanları görünce, tartışmasız, ashabın misyonunu taşıdıklarını hissediyoruz.
Lakin yaşadıkları toplumun kasvet ve karanlığı o denli ki, mezkur hassasiyetin herkesçe sürekli muhafaza edilemeyebileceği endişesi de ciddi şekilde ürkütmüyor değil.
Hele de, başkalarını bırakın, kendisi ve ailesini bile muhafaza etmede kayıtsız olanları gördüğünüzde endişeniz telaşa dönüşüyor.
Hâlbuki herhangi bir müslüman, karşı karşıya bulunduğu her meselenin şer'î cihetle hükmünü bilmek-öğrenmek zorundadır.
Gayrı müslim toplumlarda yaşayanların bu mükellefiyeti ise çok daha belirgin ve de hayatidir.
Zira müslüman toplumlarda yaşamanın alışkanlık ve rahatlığı sebebiyle avamın pek sorgulamak zorunda olmadığı en sıradan bir meselenin şer'î hükmünü bilmek, çoğunluğunu gayrı müslimlerin teşkil ettiği toplumlarda yaşayan müslümanlar için zorunlu hale gelmektedir.
Bu toplumlarda yaşayan bilinçli ve de dertlilerin varlığına rağmen, maalesef müslümanların önemli bir kısmının bu hususlarda gaflette olması, üzerinde ciddi şekilde durmayı gerektiriyor.
Daha ötesi, şer'î cihetle hiçbir yoldan cevazı olmayan, en kabul edilemez durumların bile sorgulamaksızın işlenmesi ve daha da kötüsü, bunun nesilden nesile kanıksanarak süregelmesi işin ehemmiyetini kat be kat artırıyor.
Doğrusu, İslam ile tanışma imkânı olmamışların hidayeti için uğraşmakla mükellef olanların bu haletlere düşmesini kabullenemiyorum.
Önceden de ifade ettiğim üzere
"Eskiden ticaret amaçlı gittiğimiz Uzak Güney Asya'da insanların hidayetine vesile olurken, bugün davamız sebebiyle geldiğimiz Avrupa'da kendi çocuklarımızı koruyamama tehlikesiyle karşı karşıyayız. Sanırım silkinmeliyiz."