Bugün itibariyle 700 bin Müslümanın yaşadığı Avusturya’nın İslam-Müslüman politikasının kayda değer bir serüveni vardır.
Birbirine yakın tarihlerde doğan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışları beraber oldu. Balkanları alan Osmanlıların Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemesini engelleyen güç Avusturya oldu. Bu nedenledir ki, Avusturya aynı zamanda kendisini Hristiyanlığın koruyucusu ve savunucusu olarak da tanımlıyordu.
Osmanlıların yönetiminde Ortodoks’undan Katolik’ine ve Protestan’ına kadar yüz binlerce Hristiyan güven ve barış içinde yaşıyor iken, buna karşılık yüzlerce yıl boyunca Avusturya’nın Müslüman bir tebaası yoktu, ta ki 1878 Berlin Antlaşması imzalanıncaya kadar.
Osmanlı Devleti deyim yerindeyse sırtlanlarla aynı masadaydı ve dahası onların gözünde artık “Hasta Adam” idi. Bunu fırsata çeviren İngilizler Kıbrıs’ı alırken, Bosna-Hersek’in yönetimini de Avusturya üsleniyordu. Yani anlayacağınız, buraları aldılar. Böylece o güne kadar Müslümanlarla birçok kez savaşmış olan Avusturya’nın ilk olarak Müslüman bir tebaası oluyordu.
Avusturya’nın ilhaktan sonra Bosna-Hersek’te neler yaptığına girmeyeceğiz. Ancak şimdiki konumuzla doğrudan ilgili olan bir icraatı var ki, ona değinmeden geçmeyeceğiz.
1912 yılına gelindiğinde Avusturya’nın İslam Yasası çıkardığını görüyoruz. Yani Avusturya, İslam’ı tanıdığını anayasasına koyuyor.
Bu yasanın anlamı şudur: İslam da tıpkı Hristiyanlık ve Yahudilik gibi özerktir ve onlarla (hemen hemen) aynı haklara sahiptir. Ancak Birinci Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılışı, Dünya Ekonomi Buhranı ve İkinci Dünya Savaşı derken, Avusturya’nın Müslüman bir tebaası kalmıyor, ama İslam Yasası kalıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kimisi öğrenim ve kimisi de başka nedenlerle Avusturya’ya gelen Müslümanların bir araya gelerek İslam Yasasının içini doldurmak için harekete geçtiklerini görüyoruz.
Afganlı Ahmed Abdelrahim Zey, Boşnak Smail Baliç ve diğer şahsiyetler 1979 yılında Avusturya İslam Diyaneti Teşkilatı’nı (İslamische Glaubensgemeinschaft in Österreich) kuruyorlar. İlk başkan da merhum Abdelzahim Zey idi.
1982 yılında ise Avusturya okullarında İslam Dersi verilmeye başlandı. Öğretmen bulmak zaten kolay değildi. Dersin dilinin Almanca olması da bu zorluğu iki katına çıkarıyordu. İlk yıllarda öğretmen ihtiyacının bir kısmı Türkiye’den getirtilenlerle giderildi. Ama birkaç yıldan beridir artık Avusturya İslam Diyaneti bu ihtiyacı karşılamaktadır.
Bugün Avusturya genelindeki İslam Dersi öğretmenlerinin sayısı yüzlercedir. İslam Dersi alan öğrencilerin sayısı da en az 100 binin üzerindedir. İnşallah her ikisi hakkındaki net sayıları da vereceğiz.
Üzülerek belirtelim ki, Müslümanlar İslam Yasasının belki de bir çeyreğini değerlendirebildiler. Örneğin, bu yasaya göre Müslümanlar ilkokuldan üniversiteye kadar eğitim kurumları açabiliyordu. Ve giderleri de Avusturya Devletine ait idi. Ancak Müslümanlar gruplar arası çekememezlikler ve gereksiz rekabetler yüzünden bu nimetleri değerlendiremediler.
Gerek sonraki başkanların Dr. Ahmed’e kıyasla kifayetsiz ve dirayetsiz oluşları ve gerekse Avrupa’nın genelinde Müslümanların hareket alanını daraltmayı hedef alan politikalar Avusturya’da da etkisini gösterdi. Kardeşlik hukuku ve hassasiyeti içinde yaptığımız bu eleştirileri başkanların ve cemaatlerin de anlayışla karşılayacaklarından emin olmak isteriz.
Son yıllardaki hükümetler Müslümanların müktesep haklarına saygı göstereceklerine, Avrupa’daki havayı da arkalarına alıp 1912 tarihli İslam Yasası’na müdahale ettiler.
Dönemin hükümeti anılan yasayı istediği şekilde değiştirmekte bir dirençle karşılaşmadı. Müslüman cemaatler ne yazık ki, mevcut haklarını korumak için deyim yerindeyse kıllarını dahi kıpırdatmadılar. 2015 yılında çıkarılan yeni İslam Yasası Müslümanların birçok haklarını ellerinden almanın yanı sıra, o zamana kadar özerk bir yapı olan Avusturya İslam Diyaneti Teşkilatı’nı da (IGGIÖ) sıradan derneklerin seviyesine düşürdüler.
Mevcut hükümet hızını alamıyor ve “terörle mücadele” adına yeni yasalar çıkarıyor. En kötüsü de bu yasalarda İslam’ın ve Müslümanların da potansiyel suç ve suçlu olarak görülecek şekilde anılmasıdır.
Peki, hükümet “kendi” işini yaparken Müslüman cemaatler ne yapıyorlar?
Yine zülfü yare dokunmuş olacağız, ama izzetimizle yaşamak istiyorsak, söylem ve eylemlerimiz de ona uygun olmalıdır.
Devamı inşallah haftaya...