Öncelikle Ayasofya’nın tarihçesini özetleyerek başlayalım.
360 yılında yapımı tamamlanan Ayasofya, tarihi süreç içerisinde bir kaç kez yakılmış ve ayaklanmalarda harap edilmiştir.
Dönemin imparatorunun emriyle 532 yılında 2 önemli mimar tarafından daha ihtişamlı bir şekilde yapılmaya başlanılmıştır. Yapımında bin usta ve 10 bin işçi ile ancak 5 yılda tamamlanmıştır.
Bina edildiği ilk günden itibaren hep ibadethane olarak kullanılan Ayasofya, Bizanslıların elinde harabe hale gelmiştir.
İstanbul’un fethiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından vakıf olarak Müslümanlara emanet edilmiştir. Süreç içerisinde tadilat görmüş, çevresinde minareler, medreseler, sebiller ve kütüphane inşa edilerek bir ilim-kültür merkezine dönüştürülmüştür.
Yaklaşık 500 yıl boyunca Cami ve külliye olarak hizmet veren Ayasofya, artık İstanbul’un nişanesi ve kalbi konumuna gelmişti.
Ne yazık ki; Cumhuriyet döneminde Emperyalist Batı devletlerini memnun etmek adına müzeye çevrilerek zincire vurulmuştu.
Bu zincirlerin kırılması ve Ayasofya’nın bütün müştemilatıyla tekrar ibadete ve hizmete açılması tüm Müslümanların hayaliydi. Çünkü Ayasofya sıradan bir cami değildi. Belki bir sembol ve korunması gereken bir emanetti.
Dolayısıyla tekrar ibadete açılması, Müslümanlar için bir sevda ve bir özlemdi. Bunun için “Zincirler kırılacak, Ayasofya açılacak!” sloganı dillerde pelesenk olmuştu.
Emperyalist batı devletlerini memnun etmek adına sadece Ayasofya’ya değil, Müslüman halkımızın zihnine, medeniyetine ve inancına da zincir vuruldu. Öyle ki; Merhum Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mısralarıyla tanımladığı bir toplum oluşuyordu.
...
Hamdolsun bugün zincirler kırıldı ve Ayasofya açıldı.
Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasıyla; Mısır’dan İran’a, Filistin’den Afrika ülkelerine kadar eğer Müslümanlar memnuniyetlerini ve tebriklerini bildiriyorlarsa, bunun için kurbanlar kesip seviniyorlarsa demek ki bu sevinç sadece Türkiye’nin değil belki tüm ümmetin ortak sevincinin ispatıdır.
Yine eğer bu adım, Büyük şeytan ABD’yi, Papa’yı, Siyonist israil, tüm emperyalistleri ve emperyalist piyonlarını rahatsız ediyorsa demek ki atılan adım isabetli ve yürünen yol doğrudur.
Elbette bunun devamı da gelmelidir.
Demem şu ki; 1934’te Ayasofya’ya zincir vuran irade hangi kaynak’tan beslendiyse artık Türkiye o kaynaktan kurtulmalı ve adalet merkezli bir düzene geçiş yapmalıdır.
Çünkü o kaynak’tan beslenerek; sembolik de olsa var olan halifeliği ilga edip alem-i İslam’ı tümden bitirmeyi hedeflediler.
O kaynaktan beslenerek; düsturumuz olan Kur’an-ı Azimüşşan’ı yasakladılar. Kâbe-i Muazzama’nın birer şubesi olan cami ve mescitlerimize kilit vurdular, ahıra çevirdiler.
O kaynak’tan beslenerek; Ezan-ı Muhammediyeyi değiştirdiler, alfabemizi değiştirerek geçmişimizle bağımızı kestiler. Dedelerimizin taktıkları sarık ile nenelerimizin giydikleri çarşafı çağ dışı gördüler.
Belki de en önemlisi Müslüman halkımızın zihin kodlarıyla oynayıp, zihinlerini işgal ettiler. Müslüman olan bir toplumdan; köhnemiş batı zihniyetine hayran, ulusçu ve kafatasçı bir toplum inşa etmeye çalıştılar.
İşte bunun için devamı gelmelidir diyoruz.
Aslına rücu etmiş ve yeniden “Ümmet” ortak paydasında birleşen bir toplum olma temennisiyle...