Irak ve Suriye, 1960’lı yıllardan bu yana durmadan kanıyor ve biz, durmadan bu kanı konuşuyoruz; ama kanamanın ardındaki etkeni bir türlü konuşamıyoruz.
Bu kanama neden? Artık milyonlarla ifade ettiğimiz bunca Müslüman ne üzere öldürüldü? Milyonlarca Müslümanı kim yerinden yurdundan etti?
Şam, eski Emevî başkenti; bir zamanlar, Çin sınırından Fas’a; Fas’ın karşı kıyısı Cebelitârık’tan Katalonya’ya kadar uçsuz bucaksız bir dünyanın başşehriydi. Sonra, daha Nûreddin-Selâhaddîn çağından önce Tuğtegin günlerinde bile Haçlılara karşı savaşın başkenti… Moğollar da orada durdular… Bağdat çiğnendi; ama bizzat Şam, Moğol’u çiğnedi… Dolayısıyla Şam, doğuda Mâverâünnehir’i, batıda Endülüs’ü kapsayan büyük İslam fetihlerinin başşehri olduğu gibi, Haçlı ve Moğollara karşı büyük İslam savunmasının da başkentidir.
Bağdat ise eski Abbâsî başkenti, dünyanın Dârüsselâm’ı, barış ve emniyet şehri… Bağdat’tan menşur almayan Müslüman bir coğrafya devlet sayılmazdı.
Şam ve Bağdat’a ne oldu da yıllar yılıdır sadece ağlamıyorlar, aynı zamanda bütün İslam âlemini ağlatıyorlar?
Bu hazin hikâyenin altında Mişel Eflak denen bir adam ve BAAS denen bir parti saklı…
KİM BU MİŞEL EFLAK?
Mişel Eflak, Rum Ortodoks bir ailenin çocuğu olarak 1910’da Şam-ı Şerif’te doğdu. Şam’da bulunan Fransız okullarında eğitim aldı. Ardından Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne gönderildi. Oradaki “ulusalcı sosyalist” fikirlerden etkilendirildi, o fikirlerle dolduruldu ve Suriye’ye “bir kurtarıcı olarak” iade edildi.
1940’lı yıllarda Şam’da yeni bir akım gelişiyordu. İki koldan… Biri İmam Hasan el-Benna’nın Mustafa Sibai ve arkadaşları üzerinden Şam’a uzanan etkisi… Diğeri, antiemperyalist Arap milliyetçiliği… Her iki akım da Şam’ın bir başına kalmasını değil, tarihte olduğu gibi başta Mısır olmak üzere İslam âlemiyle bir bütün olup emperyalizme meydan okumasını istiyordu. Her iki akım da güçlüydü…
Mişel, işte böyle bir ortamda zuhur etti! Haç’lı bir Hıristiyan olarak değil, haç’sız kilisesiz bir Hıristiyan olarak… Zira Hıristiyan olarak onun Şam’da yapabileceği bir şey yoktu. Her ne kadar Fransız günlerinde Şam’da Hıristiyan varlığı artmışsa da Mişel, bir Hıristiyan olarak Şam’da azınlık lideri bile olamazdı. Çünkü Şam Hıristiyanları, Müslümanlar tarafından yönetilmeye yüzyıllardır alışmışlardı.
Mişel, başta Marks olmak üzere Lenin ve Stalin gibi pek çok Yahudi’nin yaptığı gibi “ben sosyalistim”, dedi. Böylece önündeki din bariyerini aştı. Ama sosyalizmle halka ulaşamazdı. Bunun için aynı zamanda ben Arap milliyetçisiyim, dedi. Sosyalistlikle fakir fukaranın, Arap milliyetçiliği ile romantik kurtarıcıların aklını çelmeye yöneldi. Bu, İslam alemine oynanmış dehşet bir oyundu.
Mişel’e iki de yardımcı verilmişti: Salah Bitar ve Zeki Arsuzi. Şu koalisyona bakın ki Mişel, Rum Ortodoks, Salah Bitar Sünni Müslüman, Zeki ise Nusayri’ydi.
MİŞEL EFLAK’IN SURİYE FAALİYETLERİ
Mişel ve Salah Suriyeli; Zeki de Hataylıydı. Diğer ikisine de Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe okutulmuştu. Mezun ettirilip ülkelerine iade edilince lise öğretmeni olarak propagandalarına başlatılmışlardı.
Suriye’de işgalci Fransa karşıtlığı üzerine odaklanan iki hareketten İhvan, sadece Suriye özelinde İslam sosyalizminden söz ediyor, yoksul hakları üzerinde özellikle duruyordu. İhvan, aynı zamanda İslam birliği (İttihad-ı İslam) üzerinde dursa da Suriye’de Arap milliyetçiliğine de çok uzak değildi. Antiemperyalist diğer hareket Arap milliyetçiliği ise Arap birliğini öne çıkarıyordu.
Mişel ve arkadaşları ise sosyalist ve milliyetçi bir yapıdan söz ediyorlardı. Yapılarının her iki yanıyla da hem İhvan’ın hem Arap milliyetçiliğinin sahasına giriyorlardı. Mişel ve arkadaşlarının el-BAASü’l-Arabî yani “Arap Dirilişi” adını verdikleri hareket, Şam’da, 1947’de partileştirildi. Partinin genel sekreterliğine de Mişel Eflak getirildi.
Partinin hedefi, tüzüğüne “Arap dünyasını tek bir bağımsız devlet hâline getirmek için mücadele” diye yazılmıştı.
Şimdi pratiğe bakalım:
Mişel’in Suriye eğitim sistemi içindeki ürünü Hafız Esed’di. 1930 Lazkiye doğumlu Hafız Esed, Mişel’in propagandasının yoğunlaştığı Nusayrilerdendi. Fransızlarla sıkı ilişkisi olan bir aileye mensuptu. Ailesi, Batılı bir yaşam tarzına sahipti. Suriye’de pek çok Nusayri çocuğu gibi öncelikli olarak askeri okula alındı. 1955’te Humus Askeri Akademisi’ni bitirdi, pilot bir subay olarak orduya katıldı. Üç yıl sonra 1958’de havacılık eğitimini geliştirmek üzere Sovyetler Birliği’ne gönderildi. 1961’de Suriye ile Mısır’ın birlikteliğine karşı çıktığı gerekçesiyle Suriye ordusundan atıldı ve bu süreçte BAAS Partisi’nin askeri kanadı üzerinde yoğunlaştı, Nusayri gençlerin parti içinde öne çıkmalarını sağlayacak bir örgütlenme oluşturdu. 1963 askeri darbesinde önemli bir rol üstlendi, darbenin ardından konumu hızla yükseldi, 1965’te Suriye Hava Kuvvetleri Komutanı, 1966’da Savunma Bakanı oldu. Süreç içinde hocası Mişel’le arası bozuldu. Daha doğrusu Mişel, onu tam yetiştirdikten sonra Suriye ile aralarında tarihî bir rekabet bulunan Irak’a geçti. Orada kendisini başka bir talebenin Saddam Hüseyin’in eğitimine verdi. Suriye BAAS Partisi, Esed’e kaldı. Esed, 1970’te kansız bir darbeyle iktidarı ele geçirdi, 1971’de ise göstermelik bir referandumla resmen devlet başkanı oldu.
HAFIZ ESED’İN TAM BAĞIMSIZ ARAP DÜNYASI FAALİYETLERİ!
Hafız Esed, başa geçtikten sonra, İslam Birliği ve Arapların bütünleşmesinden yana olan herkesi tutukladı. İhvan mensuplarına akla gelmez işkenceler yaptı. Bizzat mağdurların üstelik Esed yanlısı Kürt yakınlarından dinlediğim üzere, insanlar sadece bir Hasan el-Benna risalesini gelişigüzel alıp evlerinde unuttuklarında bile işkenceye alındılar. Yakınlarının müracaatları ile evlerine döndüklerinde o güne kadar duyulmamış işkenceler duyurdular: Esed’in adamları, işkenceyle öldürdükleri kişileri kasıtla toplu hücrelerden almıyor, kokuncaya kadar içeride tutuyor, içerdekiler de hastalanıp ölüyorlardı.
Esed’in yaptıkları, nihayetinde Hama’da bir başkaldırı için ortam oluşturdu ve Esed, Hama’da 2 Şubat 1982’de İslam tarihinde Haçlıların Kudüs’ü istilası sırasında gerçekleştirdikleri katliama benzer bir katliam yaptı. Rakamları düşük vermesi muhtemel Uluslararası Af Örgütüne göre bile katledilenlerin sayısı 10 bin ile 25 bin arasıydı. Hama ve Humus, Haçlılara karşı mücadelenin ve Suriye’de antiemperyalist hareketin simge yerleriydi.
Suriye’de Haçlılara karşı mücadelenin diğer bir asli topluluğu Kürtlerdi. Esed’in Kürtlere yönelik faaliyeti de korkunçtu. Esed, önce Kürtlere şiddetli bir baskı yaptı, sonra bizzat Marksistlerin liderlerinden dinlediğim üzere Kürt yerleşimlerinde kamyon kamyon sosyalist eser dağıttı, Kürt gençlerini sosyalistleştirerek antiemperyalist köklerinden kopardı.
HAFIZ ESED’İN KUDÜS İÇİN YAPTIKLARI!
Esed, bütün zulmünü Kudüs gibi mukaddes bir hedefle ilişkilendiriyordu. Gelin bir de Kudüs için yaptıklarına bakalım:
BAAS Partisi, Esed’in savunma bakanı olduğu günlerde gerçekleşen 1967 Savaşı’na gönülsüz ve geç katıldı ve savaşın sonunda Kudüs istilaya uğradığı gibi Suriye’nin Golan Tepeleri de israil’in elinde kaldı.
Şubat 1982’de Hama’da vampir kesilen Esed, 16 Eylül 1982’de Lübnan’da Sabra ve Şatilla’da gerçekleşen katliama karşı kılını kıpırdatmadı.
Aksine o tarihe kadar, sosyalist grupların bile dışladığı Esed, o tarihten sonra, hem Lübnan hem Filistin’deki israil karşıtı İslamî gruplar üzerinde tahakküm kurmaya başladı. Onların çaresizliğinden yararlanıp onlara verdiği sözde desteği, başta Hama ve Humus olmak üzere Suriye’de gerçekleştirdiği katliamları ve başta Kürtler olmak üzere Suriye toplumunda yaptığı kültürel tahribatı örtmek için kullandı.
Esed 2000’de öldü, yerine oğlu Beşar Esed geçti, daha ılımlı diye tanıtılan Beşar’ın 2011’den bu yana Suriye’de gerçekleştirdiği katliamlar ise bu sayfalara sığmaz.
Nihayetinde İdlib ve çevresine sığınmış milyonlarca zavallıyı da ülkeyi terk etme ya da ölüm arasında bırakıyor. Suriye’de antiemperyalizmin köküne kibrit suyu döküyor; ama hâlâ Esed ile Kudüs’ün kurtarılması arasındabir ilişki kurulabiliyor.
MİŞEL’İN HASILATI!
Mişel’in Irak’ta yetiştirdiği öğrencisi Saddam Hüseyin’in Irak’ın başına getirdiği felaketler ise malum…
Mişel Eflak, önce içeride birliğimizi sağlayalım, sonra Arapların Kudüs gibi ortak davalarına yöneliriz, diyordu. Oysa anormal bir durum oluşturup içeride birliği daha da zorlaştırdı; geçmişin Arap kabilelerinin “sonsuz” çatışmasını örgütler ve partiler üzerinden canlandırdı. Bütün tarafları yıpratacak ve nihayetinde geciktirilen Kudüs mücadelesini başarısızlığa uğratacak bir oyun kurdu.
Ümmet, yetmiş yıldır Mişel Eflak ve onun talepleri etrafında umut üreten ya da savaşanların yol açtığı acılarla uğraşıyor.
“Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Taha 128)