21/06/2017 Çarşamba günkü yazımı şöyle bitirmiştim: “Allah'ın bizlere yönelik olan emir ve nehiyleri arasında anne ve baba hakları önemli bir yer tutar. Onlara gösterilmesi gereken ihtimam ile ilgili olarak; kendilerine “Öfff” bile denmemesi gerektiği hususu ilahi ikazlar arasındadır.
Tabi Peygamber (sav)'in hadisleri arasında bu konu önemli bir yer işgal eder. “Allah'ın rızasının, anne ve babanın rızası ile birlikte olduğu” buyurulmuş. “Bu dünyada en çok kime saygı gösterip, kollamam ve gözetmem gerekir sorusuna karşılık, Allah Resulü (sav) üç kez annen, bir kez de baban” diye cevap vermiştir.
İşte esas yazmak ve bu vesileyle sormak istediğim hususa gelmiş bulunuyoruz. Bilindiği üzere Peygamber (sav) söylediği her şeyi pratiğinde bize göstermiştir. Fakat O (sav), babasını hiç görmedi. Annesi ile beraber kaldığı süre 2-3 yıl gibi kısa bir süredir ki, zaten bu yıllarda çocuktur. Oysa kendisi yetişkinlere bu tavsiyelerde bulunmuştur.
İyi ama Peygamber (sav)'in kendisi bir yetişkin olarak anne ve babası ile bulunmadı ki, biz ondan anne ve babaya nasıl hürmet gösterildiğini öğrenelim. Çocukluğunda annesini sevmiş olabilir. Zaten her çocuk annesini sever. Önemli olan yetişkin olarak ihtiyarlamış anne veya babasını sevmesi onlara saygıda kusur etmemesidir. Oysaki biz bu konuda Peygamber (sav)'i örnek alacak pratiklere sahip değiliz.
Peki, kendisinin tavsiyede bulunup, pratiğinde gösteremediği bu hususta, ebeveynlerine nasıl davranacağını biz nereden bilebiliriz?
Gelecek haftaya düşünelim bakalım.”
Bu şekilde bir soru ile bitirdiğim yazımı yazalı birkaç hafta oldu. Araya başka konular girdi. Neyse bugün yazmak nasip oldu. Tekrar konuya dönecek olursak.
İşte bu noktada Peygamber (sav)'in, anne ve babaları olmadıkları halde çocukluğunda ona yardım edenlere karşı kendisinin gösterdiği vefa örnekleri önem kazanmaktadır. Bunlardan ilki elbette sütanne Halime'dir.
Gün geldi Peygamber herkes gibi evini barkını kurdu. Sa'd yurdu yine bir kıtlık ile karşı karşıya kalmıştı. Halime bir umutla kalkıp Mekke'ye geldi. Peygamberimiz Hz. Hatice ile evlidir. Saadet hanesini de ziyaret etti. Halime, Peygamberimiz (sav)'e kıtlıktan dolayı çektikleri sıkıntıları aktarınca, Hz. Hatice (ra) annemiz ona kırk kadar koyun ve yükleri için bir deve verdi. Ne vefa, ne cömertlik ama?
Araplar arasında bir saygı nişanesi de ridasını çıkararak saygı gösterdiği kişiyi üzerine oturtmaktı. Yine bir gün Halime Hatun, Peygamberimiz (sav)'i ziyarete geldiğinde, Peygamber (sav) onu görür görmez “Anneciğim, anneciğim” diye seslenerek yanına gitti ve en önemli şahsiyetlere gösterilen bir saygı ifadesi olarak, ridasını yere sererek sütannesini oturttu.
Peygamberimiz (sav) Hevazin seferine katıldığında, karşı tarafta, düşman safları arasında Sa'd yurdundan gelenler de vardı. Sefer sonrası Peygamberimizi ziyaret eden Sa'd b. Bekr kabilesi, kendisinin süt amca, dayı vb. akrabalarının esirler arasında olduklarını ve kendisinden vefa beklentisi içerisinde bulunduklarını beyan ettiler. Peygamber hemen kendisi ve ailesi payı olan esirleri serbest bıraktı. Bunu duyan ensar ve muhacir de esirlerini serbest bıraktılar.
Aslında eğer sağ olsalardı O (sav)'in ebeveynine nasıl davranacağı hususunda fazla söze gerek yok. Ancak konunun daha iyi anlaşılması için birkaç örnek daha verelim.
Bilindiği üzere O (sav)'i ilk emzirenlerden biri Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe'dir. Uzun süreli emzirmemiş, çünkü Ebu Lehep ve hanımı Ümmü Cemil buna engel oluyorlardı. İşte size Halime kadar değil, sadece sayılı emzirmesi karşılığında O (sav)'in vefası.
İleriki yıllarda Süveybe ne zaman Resulullah (sav)'in yanına gelse ona saygı gösterir, ikramda bulunurdu. Hatta Süveybe'yi satın alarak azad etmek istedi ama Ebu Lehep satmadı. Resulullah Medine'de ikamet ettiği yıllarda Mekke'ye, Süveybe'ye yiyecek-giyecek gönderirdi.
O (sav)'e hizmet eden kadınlardan biri de Ümmü Eymen'di. Asıl ismi Bereke olan bu kadının ilk evliliğinden Eymen diye bir çocuğu olduğundan kendisi Ümmü Eymen diye çağrılıyordu. Sonra meşhur sahabi Zeyd bin Harise ile evlenmiş ve Peygamber (sav)'in çok değer verdiği Üsame bin Zeyd bu evlilik neticesi dünyaya gelmişti.
İleriki yıllarda Peygamber (sav) daima bu kadına değer verirdi. Kendisine “Annemden sonra annem, bu benim ev halkımdan sağ kalandır” diye ve onu kendi hanesinin bir ferdi gibi değerlendirirdi.
Peygamber (sav)'in annesi ve dedesinin vefatından sonra kendisine Ebu Talip ailesi bakmıştı. Bu anlamda hem amca hem de yengenin emekleri inkâr edilemez. Kendisine bir aile ortamı sunan Ebu Talip ailesi, tam bir ebeveyn davranışı içinde olmuşlardı. Ta ki O (sav) evlenip, Hatice ile yuvasına yerleşinceye kadar bu şekilde devam etti.
Kaynaklarımız; “Peygamberimizin Fatıma Hatun'a ne kadar değer verdiğini, her zaman bir anne muamelesi yaptığını, vefatı esnasında kazılan mezara bizzat uzandığını, kendi gömleğini ona kefen yaptığını ve bu muameleye şaşıran ashaba verdiği cevapta; “O annemden sonra annemdi, benim karnımı doyurmadan çocuklarının karnını doyurmaz, üstümü başımı temizlemeden, saçlarımı yağlamadan çocuklarına bakmazdı” dediğini belirtmektedirler.
Sonra mezardan çıktı rahmet Peygamberi. Doğruldu ve annesi olarak gördüğü Fatıma Hatun'a seslendi: “Allahüteâlâ seni mağfiret etsin, bağışlasın, seni mükâfatlandırsın. Ey annem! Allahüteâlâ sana rahmet eylesin. Kendin aç iken beni doyurdun. Kendin giymez, bana giydirir, yemez, bana yedirirdin. Dirilten de, öldüren de Allahüteâlâ'dır. O daima diridir. O ölmez. Allah'ım! Annem Fâtıma binti Esed'i afv eyle, bağışla. Ona hüccetini bildir. Kabrini genişlet. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'ım! Ben Peygamberin ve geçmiş Peygamberlerin hakkı için bu duamı kabul buyur.”
Biz buraya kadar ona annelik vazifesi icra edenlerle ilgili konuştuk. Peki ya babasına nasıl davranırdı Peygamber? Elbette ki bizim burada başvuracağımız kişi Ebu Talip'tir. Kanaatimce Peygamberimizin Ebu Talib'e gösterdiği vefa ile ilgili verilecek en güzel örnek, atası İbrahim ve babası Azer'in durumudur.
Peygamber babası gibi gördüğü amcasının Müslüman olmasını çok isterdi. Bunun temel nedeni ise amcasına acıması ve O'nun için cehennem azabını arzu etmeyişi idi. Yani Ebu Talib'e şefkat gösteriyordu. Ahiretini kurtarmak istiyordu.
Ebu Talib ölüm döşeğine düştüğünde, yanında ona kelime-i tevhidi telkin eden Peygamber yeğeni vardı. Canhıraş bir şekilde “Amca bu kelimeyi söyle de sana onunla ahirette şahitlik edeyim.” diye çırpınıp durdu.
Amca yeğenine çok yardımcı olmuştu. Çocukluğundan tutun da Peygamberliğine kadar hep yeğeninin yanı başında olan bu zatın iman etmeden ölmesi, Peygamber (sav)'i ahiret açısından çok korkutuyordu.
Peygamber (sav) bu yüzden amcasının imanı için çokça ısrarcı oluyordu. Aynı Hz. İbrahim'in babasının imanını kurtarmak istemesi gibi.
Bunca iyiliğini gördüğü ve dahası davanın Mekke'de kökleşmesinde en büyük hamisinin iman getirmeden ölmesi, O'nu(sav) derinden sarsıyordu. Onun için ne yapıp edip, Ebu Talib'e kelime-i tevhidi söyletmek istiyordu. Hatta ölüm döşeğinden bulunan Ebu Talib'in dudaklarının kıpırdadığını fark eden biri sevinçle; “Söyledi ya Resulullah, amcanız o kelimeyi söyledi” demesine karşılık, Peygamberimiz sevinmiş, hemen başucuna gelmiş; “Ama ben işitmedim” demişti.
Gayemiz Ebu Talib'in imanını sorgulamak değil. Ama Peygamberi koruyup-kollayan amcasına gösterdiği ihtimamdır. Peygamberimiz kendisine yaptığı bunca iyiliğe karşılık, Ebu Talib'in sonsuz olan ahiret hayatını kurtarmak istiyordu.