Bağ Sahibi ve Nankörlüğün Neticesi

Şükür; veli-yi nimeti (nimet vereni) tanımaktır. Hiç şüphesiz insan, sahip olduğu maddi manevi bütün değerlerini yüce yaratıcısına borçludur.

Şükür; veli-yi nimeti (nimet vereni) tanımaktır. Hiç şüphesiz insan, sahip olduğu maddi manevi bütün değerlerini yüce yaratıcısına borçludur. Sahip olduğu hiçbir şey kendi istidat ve gayretinin semeresi değildir. Zira insanın hem kendisi, hem de nimete ulaşmasını sağlayan akıl, bilgi ve çaba gibi vasıtalar Yüce Allah (cc)'ın vergisidir. Nimet sahibini tanımak, nimetin kaynağının ve asıl malikinin O olduğunu bilmek, kendisinin ise elindeki nimetin emanetçisi olduğunun idrakinde olmaktır.

Şükrün bir diğer şartı da, nimete gereken ehemmiyeti verip onu veli-yi nimetin yolunda, onun emrettiği veya tasvip ettiği şekilde kullanmaktır.

Nankörlük ise, şükrün tam zıddı olarak hakiki nimet verici olan Allah'ı tanımamak veya ondan gafil olmaktır. Hakeza nimeti kendi kabiliyet, zekâvet ve gayretinin mahsulü bilmektir. Yine nankörlük, nimetteki tasarruf hakkını nimetin asıl sahibine değil de, nefsine vermek, hevâ ve hevesinin öngördüğü şekilde kullanmaktır.

Üstad Bediüzzaman şükrün faydalarını şöyle anlatır:

Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise, taahhüt, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, daima rahatsız olursun. Çünkü noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile daima evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Hâlbuki o nimetler, Mün'im-i Kerimin taahhüdü altındadır. Senin işin onun sofra-i ihsanından yiyip içmekle şükretmektir. Şükürde bir zahmet yoktur. Bilakis, nimetin lezzetini artırır. Çünkü şükür, nimette in'amı görmek demektir. İn'amı görmek, nimetin zevalinden hâsıl olan elemi def eder. Zira nimet zail olduğundan, Mün'imi hakiki onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın.[1] "Nimet şükrü gerektirir. Şükrü bulamazsa kaçıp gider"[2]

Bu hakikatin, Kur'an-ı Kerim'de yer alan bahçe sahipleri ile ilgili kıssada tam olarak tahakkuk ettiğini görüyoruz. Şükür ve nankörlük kavramları, bu kıssada geçen iki farklı şahısta gerçek manasıyla tecessüm etmiştir. Bunlardan birinci şahıs, mülkiyetindeki bahçe nimetine bakışı ve tasarruf şekliyle nankörlüğe; ikinci şahıs ise, imkânlarının azlığına rağmen, göstermiş olduğu imanlı ve kanaatkar tavrıyla şükre numune-i imtisal olmuştur.

Şimdi Kur'an-ı Kerim'in çizdiği iki zıt tabloya iki zıt anlayışa ve iki farklı akıbete atfı nazar edelim. "Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik.

İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında da bir ırmak fışkırtmıştık.

(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)'leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: 'Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.'

Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: 'Bunun hiç yok olacağını sanmam,' dedi.

'Kıyamet saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna  rağmen  Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.'

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: 'Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)'ı inkâr mı ettin?'

'Bağına girdiğin zaman, 'Maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur1 demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp - yıkan' bir afet gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.'

'Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp - bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.'

'(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) evirip-çeviriyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: 'Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.'

Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu. Kendi kendine de yardım edemedi."[3]

Bu kıssada örnek verilen iki şahsın adı ve bunların muayyen olarak kim oldukları hususunda farklı görüşler vardır:

İbn-i Abbas'ın görüşüne göre Allah onları, birileri mü'min olup adı Yahuda olan İsrail oğullarından iki kardeşe benzetmiştir.

Mukatil ise, bu kişinin adının Temliha olduğunu, diğerinin ise kâfir olup Kartuş olduğunu söyler. Muhammed b. El-Hasen de bu görüşü kabul edip bunlarla ilgili şöyle bir kıssa anlatır:

Bu iki kişiden hayırlı olan zatın adı Temliha, diğerinin adı ise Kartuş idi. Bunlar ortaktılar. Daha sonra mallarını paylaştırdılar. Her birine üç bin dinar düştü. Mü'min olanı bin dinar ile köle satın alıp onları azad etti. Bin dinara elbise satın alıp çıplakları giydirdi, bin dinara da yiyecek satın alarak açlara yedirdi. Aynı şekilde mescitler inşa edip hayırlı işler yaptı.

Diğeri ise, sahip olduğu mal ile varlıklı kadınlarla evlendi, atlar, inekler satın aldı. Zamanla bunlar yavru yapıp çoğaldılar. Parasının kalan kısmıyla da ticaret yaptı. Büyük bir kâr sağladı ve bütün çağdaşlarından daha zengin oldu. Birincisi ise muhtaç düştü. Bir bahçede ücretle çalışmak istedi. Kendi kendine, eski ortağım ve arkadaşımın yanına gidip, ondan bahçelerinin birisinde beni çalıştırmasını istesem, her halde benim için uygun olur, diyerek arkadaşının yanına gitti.

Önüne çıkan teşrifatçıların çokluğu ve kalabalıkları dolayısıyla neredeyse ona ulaşamayacaktı. Nihayet arkadaşının yanına vardığında, arkadaşı onu tanıdı. Ve ihtiyacını sordu. İhtiyacını arz edince, arkadaşı ona: "Peki seninle malımızı yarı yarıya bölüştürmedik mi? Malına ne yaptın?" diye sordu. "Ben, o malımla daha hayırlı ve daha kalıcı olan şeyleri satın aldım" dedi. Arkadaşı: "Sen gerçekten bunu (Ahireti) tasdik edenlerden misin?" diye sordu ve şöyle devam etti: "Ben, kıyametin kopacağını zannetmiyorum. Görüşüme göre de sen ancak bir beyinsizsin. Senin bu beyinsizliğine karşı benim sana vereceğim, seni mahrum bırakmaktan başka bir şey değildir. Benim kendi malımı ne şekilde kullandığımı görmüyor musun? Nihayet malım ve servetim gördüğün bu güzel duruma geldi. Bu durumumuzun sebebi, benim kazanıp kâr sağlamam, senin ise beyinsizce harcamandır. Haydi, yanımdan çek git!" daha sonra Kur'an-ı Kerim'in sözünü ettiği şekilde mahsullerinin üzerine semadan bir afet geliverdi. Varlığı ve mahsulleri toptan imha edildi.

Bu kıssa buna yakın daha başka lafızlarla da zikredilmiştir"[4]

Kur'an-ı Kerim'de söz konusu edilen bu iki şahsın kim olduğu hususunda elimizde kesin bir bilgi olmasa da, tuttukları yol ve karşılaştıkları sonuç Kur'an-ı Kerim'de açıkça beyan edilmiştir. Bizler için mühim olan şahısların kimlikleri değil, inanç anlayış ve amelleriyle vardıkları neticedir. Hırs, bencillik ve nankörlüğün meyvesi sürekli olarak acı; kanaat, şükür ve yardımlaşmanın meyvesi ise tatlı olagelmiştir.

Kalem Suresinde işlenen bahçe sahipleri kıssasında da benzer bir gidişat ve akıbet ile karşılaşmaktayız.

İnzar Dergisi

[1] Mesnevi - i Nuriye

[2] Bediüzzaman Said Nursi

[3] Kehf 32 - 43

[4] Kurtubi, Kehf 32. ayet tefsiri
 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?
Namazda gözleri kapatmak mekruh mudur?