Allah-u Teala Kur’an’ın kerim de şöyle buyurmakta:
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ ۚ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الْأَبْصَارُ
“Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir.” (İbrahim-42)
Mazlum Kürdistan Coğrafyası, son yüzyılda birçok vahşi katliamlara maruz kalmış ve yüzbinlerce pak ve nezih evladını kendi öz yurdunda şehit vermiştir.
Ümmet genelinde baktığımız da ise son yüzyılda binlerce hatta milyonlarca Müslüman kırımdan geçirilmiş, adeta sahipsiz ümmet topyekûn Küresel Emperyalizme karşı esir alınmaya çalışılmıştır.
Kürdistan Coğrafyasına karşı işlenen cürümler bir yönüyle İslam Ümmetinin diğer halklarına karşı işlenen cürümlerden ayrılmakta. O yön ise şudur: İslam Ümmetinin diğer halklarına karşı işlenen cürümler genel de bizzat işgalci emperyalist güçler tarafından işlenmiştir. Ancak Kürdistan halkına karşı işlenen cürümler daha çok beraber yaşadıkları ve onlar gibi Müslüman olan halkların, emperyalist güçlere kul olan diktatörleri tarafından işlenmiştir.
Türkiye Kürdistan’ında; Kemalist rejim tarafından yapılan; Şeyh Sait, Zilan ve Dersim gibi katliamlar...
‘Irak Kürdistan’ında; Baas Rejimi tarafından yapılan; Halepçe vb. katliamlar...
Suriye Kürdistan’ında; Esad Rejimi tarafından yapılan ve Amudi kentinde Sinema salonunda yüzlerce Kürt’ün yakıldığı Sinema Katliamı vb. katliamlar...
Yine İran Kürdistan’ında; özellikle Şah Rejimi tarafından dış mihraklarla anlaşılarak Kürtlere karşı işlenen cürümler...
Ve daha niceleri...
Bu katliamların içerisinden en dramatik olanı şüphesiz Halepçe Katliamıdır.
Katliam Öncesi Irak
Takvim yaprakları 1968 senesini gösterdiğinde artık Irak’ta başını Saddam Hüseyin’in çektiği Baas Rejimi hâkim durumdaydı. Baas Rejimi, yönetimi ele aldığı ilk günden kendi halkına karşı benzersiz zulümlere imza attı. Irak, Türkiye Cumhuriyetinin, Kemalist rejimle beraber uyguladığı zulüm politikaların benzerini, Baas Rejimiyle beraber yaşıyordu.
Özellikle İran İslam İnkılabıyla beraber, İran’ın İslami bir cumhuriyete dönüşmesi, Irak’taki başta Şii Müslümanlar olmak üzere, Müslüman halk üzerine ciddi bir etki oluşturdu. İran İslam İnkılabının etkisinin büyümesinden korkan batılı ülkeler İran’a karşı bir savaşa girmesi için Saddam Hüseyin’i kışkırtıyorlardı.
Saddam Hüseyin, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere emperyalistlerden gördüğü silah desteği ile büyük bir kibre kapılmıştı. İnkılabını yeni gerçekleştirmiş ve henüz tam anlamıyla iç düzeni sağlamamış olan bir İran onun için kolay bir lokma gibi gözüküyordu.
Sonuç olarak tarihte benzeri az olan katliamların yaşandığı İran Irak savaşı başladı. Irak Savaşın ilk yıllarında baskın gözükse de, daha sonra İslam İnkılabının tap taze ruhuyla savaşan İran güçlerine karşı bu baskı ve avantajını yitirmeye başladı.
İran Irak savaşı esnasında, İran sınırına sadece 16 kilometre uzakta olan Halepçe Kenti de zaman zaman iki ateş arasında kaldı ve Irak uçakları tarafından yapılan bombardımanlarda birçok evladını şehit verdi. Ancak Halepçe halkının kurbanları sadece bunlarla sınırlı kalmayacaktı.
Halepçe
Halepçe, Şuan ki Bölgesel Kürdistan Yönetimi toprakları içerisinde İçerisinde, yaklaşık 76 kilometre Süleymaniye şehrinin Kuzeyinde bir kent. İran sınırına uzaklığı sadece 16 kilometredir. Eski nüfusu tam olarak bilinmemekle beraber, şuan da Halepçe’nin nüfusu 57.000’dir. Halepçe de yaşayan nüfusun hemen hemen hepsi Kürt’tür.
Şehrin tarihi, Miladi 1700’lü yıllara kadar yani; Osmanlı Devletinin Şehrezor bölgesi ve Baban Emirliğinin Süleymaniye de ki hâkimiyetine kadar dayanıyor. Şehrin üç tarafı dağlarla kaplı olup bir tarafı Derbendihan Gölüne bakmaktadır. Toprakları ziraat için çok elverişli olup orda yaşayanlar arpa, pirinç ve bostan ziraatı yaparlar.
İran- Irak Savaşından Önce Halepçe
Halepçe, stratejik konumu itibari ile henüz Osmanlıların hâkimiyeti döneminde birçok siyasi çekişmelerin yaşandığı bir bölgeydi. Osmanlılar ile İran arasında gerçekleşen 1924 ittifakından beri askeri ve siyasi bir çarpışma alanına dönüşmüştü. Bölge de 1889 yılından itibaren bütün Irakta olduğu gibi Büyük Britanya’nın nüfuzu altına girmiştir. Ancak Halepçe’de yaşayan halk, tüm Irak Kürdistan’ın da yaşayan diğer Kürtler gibi bu nüfuza karşı mücadele etmişlerdir. 1921 yılında Şeyh Reşit Ebabili komutasındaki Halepçe bölgesindeki Kürt mücahitler İngiliz kuvvetlerine büyük bir darbe vurdu.
1935 Senesinden itibaren siyasi partiler şehir de oluşmaya başlamıştır. 1935 Senesinde “Heywa El Emel”, 1945 senesinde “Irak Komünist Partisi” ve “Kürdistan Demokrat Partisi” ve nihayetinde 1954 senesinde Halepçe’ye bambaşka bir siyasi ve dini hava getiren, “İhvan’ül Müslimin Cemaati” bu şehirde çalışmalarına başlamıştır. Bu akımlar, elbette ki Halepçe de çok canlı bir siyasi hava oluşturdular. Halepçe halkı, siyasi ve kültürel çeşitlilik olarak birçok kentten daha da zenginleşti. 1950’li yılların sonu ve 1960’lı yılların başında Irak hükümeti, muhalif Kürt peşmerge güçlerini sindirebilmek için Zaim Sadık komutasında ki güçlerini bölgeye sevk etti. Bu güçler Süleymaniye de bazı toplu kıyımlardan sonra Halepçe’ye doğru ilerlediler. Bu durum Halepçe halkında altmışlı yıllara doğru başlayıp Halepçe Katliamıyla neticelenen büyük direniş ruhunu ortaya çıkardı.
Katliamdan Bir Sene Önceki Olaylar
Irak Hükümeti 1977 yılından itibaren Kürt bölge ve köylerine yönelik bir tehcir ve göç hamlesi başlatmıştı. 1987 yılının 4-5’inci aylarında bambaşka bir merhaleye geçiş yaptı. Şehrezor ve çevresinde, özellikle doğuda Halepçe’ye komşu yerlerde yoğunlaşan bu zulüm politikaları Kürtlerde büyük bir öfkenin oluşmasına sebep oldu. Bunun neticesi olarak özellikle başını genç talebelerin çektiği protesto gösterileri başladı. Kaniya ‘Aşiqan, bölgesinden talebeler şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Irak Polisi ve emniyet güçleri bu barışçıl gösterilere sert bir şekil de cevap verdi. Bunun üzerine her iki taraf arasında şiddetli çatışma çıktı. Öyle ki, Irak savaş uçakları şehri bombardımana tabi tuttu. Neticede 30 masum insan katledildi. Yaralılar hastanelere kaldırıldı. Rejim güçleri bununla da yetinmedi kent dışındaki bölgeleri de bombaladı. Kendi tarlalarında çalışıp bu kıyımdan kurtulan 50 çiftçi tutuklanıp taranmak suretiyle idam edildiler. Daha sonra yaralı olarak kurtulan 30 kişi de toplanıp diri diri toprağa gömüldüler.
Irak güçleri bununla da yetinmeyip, Protestoların başladığı Kaniya Aşiqan mahallesini komple bombardımana tabi tuttu. Kent de durumun kötüleştiğini gören birçok insan İran’a hicret etmek zorunda kaldı.
Bundan sonra Baas Güçleri kenti köklü bir kıyımdan daha geçirmek için fırsat gözlemeye başladı. İşte böyle bir ortam da İran güçlerinin, Halepçe Kentine girmesi onlara bu son fırsatı da verdi.
Kentin İran İslam Cumhuriyeti Güçlerince Ele Geçirilmesi
14 Mart 1988’de kent halkı, çevre dağlardan gelen çatışma, top ve silah sesleriyle güne uyandı. Çatışma sesleri gittikçe kent merkezine doğru yaklaşıyordu. Kenti çevreleyen dağlarda Irak güçleri ve İran İslam Cumhuriyeti güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyordu. Bir iki gün içerisin de kent tamamen bir savaş alanına dönüştü. Havan topları ve tanklar kenti bombalıyordu, onlarca ölü ve yüzlerce yaralı sivil vardı. Irak güçleri daha fazla İran İslam Cumhuriyeti askerlerine karşı tutunamayıp kentten çekildiler.
İran güçlerinin kenti ele geçirmesinde bir gün sonra yani 16 Mart 1988’de saatlerle de sınırlı olsa bir sessizlik kente hâkim oldu. İnsanlar işlerine gitmek için evlerinden çıktılar, ama kentin hali tam bir harabeyi andırıyordu.
Ve Katliam
Halepçe’nin İran güçlerince ele geçirilmesi, Saddam Hüseyin’i öfkelendirmişti. Savaşın sonlarına doğru İran güçlerinin ilerleyişini durdurabilmek için ordu komutanlarına, ellerinde bulunan kitle imha silahlarını kullanma emri verdi. Kimyasal Ali’nin emri ile Kimyasal Silahlar taşıyan savaş uçakları çoktan Halepçe’yi bombalamak için yola çıkmıştı.
Tarih: 16 Mart 1988, Dünya tarihin de kara bir sayfa daha açmak, tarihte benzeri az görülmüş bir toplu kıyımı yaşatmak, emperyalistlerin diktiği diktatörlerin egosunu tatmin etmek için yola çıkmış savaş uçakları hızla Halepçe’ye doğru ilerliyordu.
Sabah saatlerin de bir nebzede çatışmaların durmasıyla hâkim olan sessizliğin keyfini çıkarmak istiyordu mazlum halk. Evlerinden çıkmışlar çatışma ve bombardıman sonucu virane olmuş kentlerinin sokaklarında işlerini yapmaya çalışıyorlardı.
Saat 11,45’i gösterdiğinde Balambo Dağlarının olduğu cihette, üç savaş uçağı belirdi. Bir anda halkta büyük bir korku hâkim oldu. Gözler fal taşı gibi korkuyla semaya yöneldi. Savaş uçakları bir hedef gözetmeden vahşiyane bir şekilde şehri bombalamaya başladı. Sadece bir buçuk dakika içerisin de patlayan Napalm bombalarının patlaması sonucu Halepçe semalarını kara bir duman kapladı.
Bombardıman arkasında harabe olmuş bir kent bıraktı. Birçok sivil öldü. İnsanlar korku ile evlerinden çıkıp kaçışmaya başladılar. On beş dakika içerisinde, yani; henüz birinci bombardımanla oluşan kara duman şehre tam yayılmamışken ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci bombardımanlar bir birini kovaladı.
Her bombardıman bir öncekinden daha şiddetliydi. Kent öyle bir hale geldi ki tasviri mümkün değil, annelerin bağrışmaları, çocukların ağlaşmaları, yaşlı, genç on binleri bulan yaralı ve ölüler.
Saat 14,00 gösterdiğin de Savaş uçakları tekrar döndü. İnsanlar “Kimyai Kimyai” diye bağrışmaya başladılar. Ağır bir kimyasal bombardıman gerçekleşiyordu. “Hawar Hawar” tasviri ne mümkün, bir lahza, bir kaç dakika için de binlerce insan atılan kimyasalın etkisiyle feci bir şekil de can veriyordu. İnsanlar, vücutlarında oluşan yara ve yanıkların acısıyla acı acı inliyorlardı. Bir kaç dakika içerisinde insanlık katledilmişti.
Her tarafta sağa sola düşmüş yüzlerce, binlerce ceset. Bütün dünya bir şokta. Kimse ağzını açmıyor. Basın ve medya, sanki bu vahşeti bir hece de olsa yazsalar, o kimyasal duman onları da kuşatacakmışçasına sessizlik içerisinde. Ne Batı’dan bir kınama ne doğu ve batıdaki blok ve paktlardan bir kınama. Daha acı olanı ise Kürtlerin, din kardeşlerinde hâkim olan sessizlik. Kimse rahatını bozup, gözünü o manzaraya çevirmedi. Kimse o mazlum ve mustazaflara bir merhaba, yaralarınızı sarmaya geldik demedi. O halde iken teker teker çoluk çocuk can verirken, yaralıların imdadına kimse yetişmedi. Kıt imkânlar ile İran hastanelerine kaldırılan yaralılar feci durumdaydı.
Bu manzaraya bakan Müslüman Kürtlerin, aciz ve naçar halleri yürekleri paralıyordu. Dağ gibi imanı olanlarını “onlar rableri katında diridirler” ayeti belki bir nebze teselli ediyordu, ya bu şuurdan yoksun diğer mazlumlar, onların acısı katlandıkça katlanıyor büyük bir öfke ve nefrete dönüşüyordu, onları yalnız bırakan, onları terk eden, onlara bu mazlumiyet içindeyken bir el uzatmayanlara.
Kardeşlik bu muydu? Hani İslam Kardeşliği üzerine külliyatlar yazan insanlar neredeydi. Hani söz konusu, ellerinden giden menfaatleri olunca, Resulullah (sav)’in: “Müslümanlar bir ceset gibidir, uzuvlardan biri hastalanınca bütün ceset onunla beraber rahatsızlanır...” hadisini okuyanlar neredeydi. Birlikten, beraberlikten söz eden İslam âleminin âlimleri neredeydi.
İran İslam Cumhuriyetinin uzattığı insani yardım eli dışında kimse elini uzatmadı. Bundan ötürü katledilen sadece Halepçe’nin mazlum Kürt halkı değil, aynı zaman da bu halkın İslam ümmetine ve İslam kardeşliğine inancıydı.
Daha da feci olanı ise, İslam’a düşman Saddam Rejiminin bu operasyona “Enfal” ve “Muhammed Resulullah” gibi isimler takmasıydı.
Katliamın Bilançosu
3 saat süren Zehirli gaz bombardımanı sonrası çoğu çocuk ve kadın olan 6.357 kişi zehirlenerek ya da yanarak öldü, 14.765 kişi ağır derecede yaralandı. WHO’nun raporuna göre bu kimyasal saldırı, günümüze kadar 43.753 kişinin ölümüne, 61.200 kişinin de sakat kalmasına sebep oldu.
Katliamdan sonra birçok insanda psikolojik hastalıklar baş gösterdi. O manzara ve atılan kimyasalların etkisi çok büyük hasara sebep oldu. Katliamdan sonra, psikolojik olarak rahatsızlananların kimileri, şarkı söylüyor, kimileri yüksek sesle Suphanallah, kimileri Lailaheillallah, kimileri de tekbir çekiyordu. Uzun bir süre susup daha sonra gülüp, ağlıyorlardı. Bu psikolojik rahatsızlıklardan sonra acı bir şekil de can veriyorlardı.
Katliamda şehit olanların %99’u sivildi. Büyük bir kısmı kentten kaçmaya çalışırken köy yolları üzerinde kimyasala maruz kalmış ve can vermişti.
Bombardımanın bilançosunu madde madde şöyle özetleyebiliriz.
-Kent tamamen harabe oldu.
-Bazı aileler tamamen yok oldu, tek bir nefer dahi onlardan geride kalmadı.
-Ölenlerin ve yaralananların tespiti için “Şehit Aileleri Cemiyeti” kuruldu.
-İsimleri resmi olarak bilinip kayıtlara geçen şehit sayısı 3050
-Şehitlerin %30’nun hala resmi kayıtlara göre isimleri tespit edilemedi.
-Yaralananların sayı 60 bini aştı. Bunların üçte biri Tahran ve benzeri kentlerdeki hastanelerde can verdi.
-Resmi kayıtlara göre 500 kişi hala kayıp.
-Ailesi ile beraber katliamdan kaçan 100’den fazla çocuktan yalnızca 9’u geri döndü.
-Bunun yanında o dönemin maktullerinin bulunduğu toplu mezarlar hala ortaya çıkarılıyor.
Şayet kayıplar ve isimleri tespit edilemeyenler hesaplanırsa resmi rakamların gerçekten çok üstünde bir bilanço önümüze çıkacaktır.
Muhacirler
Katliamdan sonra Halepçe ve çevresinden 70,000’den fazla Kürt İran İslam Cumhuriyetine göç etti. İran’daki Kürt muhacirlerin sayısı 1974’den beri göç edenlerle beraber 374,000’i geçti. Bu katliamdan sonra İran İslam Cumhuriyeti, insani yardım için bütün imkânlarını seferber etti. İran İslam Cumhuriyeti bununla da yetinmedi Kara, deniz ve hava yoluyla bu mazlumları İran Kürdistan’ındaki “Kirmanşah, Kirman ve Senendec” gibi şehirlere naklettiler. Tahran ve benzeri şehirlerde yaralıların tedavi edilip hayata tutunması için ne gerekiyorsa o günün şartlarında yapıldı. İran İslam Cumhuriyetinin bu husustaki yaptığı yardımlar her türlü takdire şayandır.
Sonuç:
Halepçe Katliamı, İslam âlemin de tüm uluslararası yasalarca yasaklanan kitle imha silahlarıyla yapılan katliamların en büyüğüdür. Böyle vahşi bir katliam daha önce yeryüzün de sadece Hiroşima ve Nagazaki de yaşanmıştır. Bu katliam tüm dünyanın gözü önünde yaşanmış ve neredeyse tüm dünya kamuoyu böylesine vahşiyane bir dram karşısında üç maymunu oynamıştır.
Katliamın üzerinden 24 yıl geçti; ama hala Halepçe sokaklarında kime bakarsanız, o sahneler gözünün önünde canlanırmışçasına bir hüzün yumağı hâkimdir yüz hatlarına. Bir gün, hatta bir kaç saat içerisinde, böylesine vahşiyane bir yöntemle katledilmiş beş bin küsur Kürt.
Halepçe, çoğu muz için, başka bir ülkede olmuş ve bitmiş bir olaydan öteye bir şey ifade etmeyebilir. Hatta bir kaç foto ile bebeğinin üzerine kapanmış bir baba karesiyle sadece hatırlayabiliriz, ama bu katliam yüzyılların üzerinden geçtiği bir katliam değil, henüz çok taze ve hala Kürdistan halkının yüreğinde kanayan bir yara.
Bu anlattıklarımızdan ötürü sizlere bir empati yaptırmak istiyoruz. Kendimizi böyle bir vahşeti yaşamış Halepçe Kürtlerinin yerine koyalım. O zulüm, milim milim ruhumuzu kuşatsın ve o bebeğinin üzerine kapanmış babanın yerine kendimizi, o bebeğin yerine de kendi bebeğimizi koyalım. Kendi bir yana, kızı bir yana düşmüş anne biz o kız bizim kızımız olsun. Belki o zaman bir nebze olsun aynı inancı, toprakları ve ortak kaderleri paylaştığımız o vücudumuzun diğer bir yarısı Mazlum Halepçe’nin yaşadıklarını anlayabiliriz.
Saddam vb. zalimler tarihin kirli sayfalarına karışmış olabilirler. Ama şunu hiç bir zaman unutmamak lazım: Halepçe Katliamı, vazifesini eda etmeyen biz Müslümanlar içinde bir utançtır. Aynı zamanda, ne kadar tek ümmet olduğumuzun özeleştirisini yapabilmek, o mazlum halktan özür dilemek ve gasp edilen haklarını geri alabilmeleri için onlarla omuz omuza zalimlere karşı durmak için bir fırsattır.
O mübarek şehitlerin kanlarının yeşerttiği tohumlar, bugün Kürdistan da boy veriyor. O tohumlardan nice gülü Muhammedi ve gülzarı Muhammediler yetişiyor. Kürtler dün oldukları gibi bugünde tarihi fonksiyonlarını yerine getirip İslam Ümmetinin birleşmesi için büyük bir fırsat olmaya doğru ilerliyorlar. İslam Ümmetindeki o son halkaların tamamlanması ile İslami Cumhuriyetlerin İttihadı gerçekleşecektir ve müjdeler olsun ki; sünnetullah hiç bir halkın ebedi esaret altında kalmayacağı yönündedir.
bangaheq