Arap dünyasında başlayan, kiminin Arap Baharı olarak adlandırdığı İslami uyanış mevsimi uzun yıllar zulüm altında iki büklüm olmuş Müslüman milletlerin önüne yeni ufukların açılmasına yol açtı. Etrafını çevreleyen esaret zincirlerini parçalamak isteyen halk meydanlara indi. Kimi yerlerde yumuşak geçişle, kimi yerlerde çarpışarak yeni yeni mevziler kazandı.
Halkın kabaran öfkesinin önünde durmanın zor olduğunu gören emperyalist güçler, engelleyemeyeceklerine kanaat getirdikleri yerlerde halkları destekler gibi görünerek özgürlük akımlarının mesirini değiştirme üzerine yoğunlaştılar. Muhalefeti bastırmanın zor olmadığı yerlerde ise diktatör rejimleri sonuna kadar destekleyerek halka karşı sert, bir o kadar da acımasız davrandılar. İslam ümmetinin kalbinde yer alan ve her açıdan önemli olan Suudi Arabistan ve diğer bazı diktatör rejimler, koltuklarının korunması ve emperyalizmin haritasını çizdiği düzenin varlığını sürdürmesi için özgürce yaşama taleplerinin önünde durup şiddetle ezmeye çalıştılar. Bölgenin zalim rejimlerinin sindirdiği halklar korku duvarlarını bir nebze de olsa yıkmayı başarsalar da, diktatörlerin sinsice oluşturduğu güç birliğini alt etmede ciddi şekilde zorlanıyorlar.
Halkın özgürce yaşamak için meydanlara indiği yerlerde özgürlüğün insan hakkı olduğu ve verilmesi gerektiği tezi çoklarınca dillendirildi. Özgürlük için meydanlara inen Ortadoğu halklarına desteğini açıkça ilan eden ülkelerden biri Türkiye idi. NATO’nun Libya’ya saldırısında bizzat işin içindeydi. Suriye’ye karşı mücadele eden muhaliflere destek çıtasını en üst sınırına kadar çıkarttı. İşin içinden çıkabileceğine inansaydı tek başına da olsa bu ülkeyi işgalden kaçınmayacaktı. Buna girişmezse de topraklarını muhalif güçlerin faaliyetlerine açarak ve silahlı gruplara açıkça destek vererek savaşın tarafı olduğunu açıkça ortaya koydu.
Oysa küçük bir körfez ülkesi olan Bahreyn söz konusu olduğunda özgürlük ve insan haklarından bahsedenlerin hepsi devasa bir duvara çarpmış gibi sessizleşiyorlar. Herkes için geçerli olan özgürce yaşama hakkı Bahreyn halkının hakkı değilmiş gibi bir tavrın içine giriliyor. İnsanca yaşamanın dışında hedefi bulunmayan, şiddete pirim vermeden sokağa inip haklarını isteyen Bahreyn halkına uygulanan baskı ve şiddete hiç kimse aldırmıyor.
Bölgenin diktatör rejimlerinden Suudi Arabistan ve ABD’nin Körfezdeki bürosu Birleşik Arap Emirlikleri, halkın insanca yaşamayı talep ettiği meydanları kan gölüne çevirmek için bu küçük ülkeyi Mart 2011’de işgal ettiler. Ekmek ve su gibi tabii haklarını isteyen bir halkı silah zoruyla özgürlük isteğinden vazgeçirmeye çalıştılar. Bahreyn’i büyük bir işkencehane çevirdiler. Bununla da yetinmeyip halkın insanca yaşama çağrısına kurşunla cevap verip çok sayıda insanın kanını döktüler. Birçokları çalıştıkları işlerinden kovuldu. 20’nin üzerindeki cami siyasi faaliyet merkezi denilerek yerle bir edildi.
Bir yıldan fazladır devam eden gösteriler tamamıyla sivil karakter taşırken her zaman şiddetle karşılık buldu. Bütün bunlar yaşanırken vicdan sıtmasına tutulan insanlık ortaya ciddi bir tepki koymadı. Bahreyn halkının da herkes gibi özgürce yaşama hakkına sahip olduğunu dile getiren olmadı. Özgürlük ve demokrasi söylemlerini dilden düşürmeyen Türkiye yöneticileri Bahreyn halkının özgürlük talepleri söz konusu olduğunda derin bir suskunluğu tercih ettiler. Suriye muhalefetini ekranlardan düşürmeyen el-Cezire ve diğer haber kanalları Bahreyn’i özel sansüre tabi tuttular.
Oysa özgürlük için meydanlara inen halkların içinde İslam’a en fazla bağlı muhalefetin Bahreyn’de olduğu dikkatlerden kaçmıyordu. Protestoya katılan kadınların çoğunluğunun çarşaflı olması bu gerçeği açıkça yansıtıyor. Özgürlük isteyen diğer halklar gibi Arap ve Müslüman Bahreyn halkının Şii olması bütün bu tepkisizliklere zemin hazırlıyor. Bu ülkede özgürce yaşamak isteyen insanların İslami yönetim arayışları emperyalist güçlerin menfaatleriyle çeliştiği için halkın kıyımına ses çıkarılmıyor. Ayrıca İslam dünyasının damarlarına yerleşip kanını emen ABD’nin beşinci donanmasının bu ülkede bulunması Bahreyn diktatörünün muhalefete şiddetle karşılık vermesine meşruiyet kazandırıyor.
En iyi hizmeti diktatörler yaptığı için, mazlum halkların özgürlük arayışları bir anlam ifade etmiyor. Emperyalist güçlerin menfaatleri tehlikeye girdiği zaman demokrasi ve insan hakları kavramları yerini silahlara terk ediyor.
Emperyalist güçlerin ve bölge diktatörlerinin tutumu buyken, mazlum milletlerinin destekçisi olduklarını her fırsatta dile getiren Türkiye yöneticilerinin Bahreyn’deki zulme en küçük bir tepki göstermemeleri hatta buradaki zulme değinmekten kaçınmaları özgürlük ve insan hakları söylemlerinin doğruyu yansıtmadığını ortaya koyuyor. Haklarını isteyenler İslami renk taşıyınca ya da Şii mezhebinde bağlı olunca insanca yaşamayı hak etmiyor mu? Yoksa Bahreyn’deki olası değişim ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmadığı için mi bölge halklarının özgürlük arayışlarını destekleyen Türkiye anlamsız bir sessizliğe gömülüyor? Bütün bunlar Türkiye’nin emperyalist Batının izni dışında bir iradede bulunamadığını ortaya koymuyor mu?
Bahreyn konusunda İslam dünyası onurlu bir imtihan veremedi. Birçokları muhalefetin İslami renkte olmasını tehlike sayarak engellemeye çalıştı. İnkılaplarını yeni yapan, ancak güçlü konumları bulunmazsa da birçok alanda görüşlerini dillendiren Tunus, Libya ve Mısır hükümetlerinin diktatörlerini devirmek için çabalayan Bahreyn halkının özgürlük talepleri karşısında sessiz kalmaları ayrı bir teessüf kaynağıdır.
İslam aleminde ciddi bir saygınlığı bulunan ve halkların diktatörlere karşı kıyamında sözünü esirgemeyen Müslüman Alimler Birliği başkanının Bahreyn kıyamını diğerlerinden ayırıp terör olarak nitelendirmesi ve bu ülkedeki diktatörü destekler mahiyette sözler sarf etmesini bir yere oturtmak mümkün değildir.
Bizim dinimizde mazlumun değil mezhebi, dini bile sorulmaz. Ezilen, zulüm gören ve hakları çiğnenenler gayr-ı müslim dahi olsalar ağır yükün altından kurtulmaları için her türlü desteğin verilmesi zorunlu kılınmış. Oysa burada ezilen ve zulme uğrayanlar kendi dokumuzdan ve tenimizden insanlar. Bahreyn halkının protesto gösterilerine dikkat edildiğinde kadınların örtülü, özgürlük için meydanları dolduran insanların sloganlarının tamamıyla İslami içerikli olduğu görülür.
Emperyalist güçlerin engelleme çabaları halkın İslami sistem arzusundan kaynaklanmaktadır. Ancak İslam dünyasının bu denli tepkisizliğini anlamak mümkün değil. Hoş olmayan bu atmosfer, emperyalist güçlerin Müslümanları ne derece etkilediğinin ve iradelerine hükmettiğinin açık bir göstergesidir. Batı böyle olmasını istediği için mi yoksa özgürce yaşamak isteyen insanlar Şii olduğu için mi bu anlamsız tavır sergileniyor? Batının isteği ya da mazlumların Şii olması zalim ve diktatörlerin saffında yer almayı mı gerektiriyor?
Hürseda Haber