Bazı çocuklar vardır. Marketten onlara bir şeyler alıp eve geldikten sonra onlardan aldıklarınızın bir parçasını istersiniz. Çocuk onu vermemek için elinden geleni yapar. Rengi kaçar, eli titrer ve verse bile canından bir parça vermiş gibi size öfkeyle bakar. Bunu niye anlatıyorum? İlerde döneceğim.
Hükümet, başörtüsü konusunda niyetini netleştirdi ve muhalefetin sevinçten dört köşe olacağı bir yönetmelik çıkardı. Çünkü bu yönetmelik, örtünmenin her alanda serbest olmasını bekleyen İslami kesimi Ak Parti’den epey soğuttu.
Kılık Kıyafet Yönetmeliği, akla farklı sorular da getirdi. Acaba vitrinde hükümet göründüğü halde; ülkeyi derinler mi yönetiyordu ki bu şekilde hatalı bir iş yapıldı? Yoksa hükümetin bizzat kendisi mi yıllar süren bir adaptasyon süreciyle derinleşti? Çünkü öyle veya böyle bu uygulama derinliklerle ilişkili bir uygulamadır. Allah’ın emrini yasaklamak, alçaklık ile ifade edilemeyecek kadar çirkindir.
Doğrusu uzun zamandır Ak Partinin devlet mantığına adapte olduğu üzerine çok şeyler söyleniyordu. Yıllardır devleti yönetmenin verdiği mağrur edayla; halka tepeden bakıyor ve haklarının ancak az bir kısmını bin bir minnetle veriyordu.
Oysa hakikate baktığınızda; onların adam yerine konulmasını sağlayan, inançlı halktır. Halkın verdiği oylar olmasa “muhtar bile olamaz”lardı. Ama buna rağmen aynı halk, İslami hakları konusunda hükümetten bir şeyler isterken; durum değişiyor. Aynen o vefasız çocuk gibi; hükümet yetkililerinin rengi kaçıyor, eli titriyor. Yaptıkları küçük bazı düzenlemelerde de bir sonraki seçim için kat kat oy istiyorlar. Oysa bir önceki verilen oylar, zaten bunun içindi.
Ak Parti kurucuları, her ne kadar tekrar tekrar “biz değiştik” dese bile; halk, bir gün kalplerindeki imanın onlara bir şeyler yaptıracağına inanıyordu. Nihayetinde insanın bir karakteri vardı. Hükümetin ileri geleleri de o karakterin tezahürü olarak her fırsatta bolca İslami kavram kullanıyordu. Hatta az çok İslami bilgisi olanlar Başbakanın konuşmalarındaki, ayetlerden esinlenmeleri fark edebiliyordu. Ancak esinlendikleri ayetlerle yasakladıkları ayetler aynı kitabın parçalarıydı. O halde bunlar ya “kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ediyor”lardı ya da gerçekten de mutasyona uğramışlardı.
Erdoğan’ın "minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker" şiirini okuyuşunu ve o sebeple cezaevine girişini bilirsiniz. Atatürk’ün meşhur Balıkesir Hutbesini de bilirsiniz. O dönemdeki başka tavırlarını da... Bir de 10 yıl sonraki uygulamalara bakın. Cuma Namazından sonra tekbir ve salavatlarla kurban keserek meclisi açacaksın; sonra da o mecliste İslam’a dair ne varsa yasaklayacaksın. Aynen onun gibi örtü mağdurlarının oylarıyla seçileceksin; sonra da yasağa perçin ekleyeceksin. Demek ki insanların İslam’a bağlı görünmesi ipler ele yeterince geçinceye kadarmış.
Doğrusu zinanın serbest edilmesinden, çoğunluk Müslümanlar dururken azınlıklara verilen haklardan, şuurlu Müslümanların geneline uygulanan baskı ve baskınlardan sonra, ister istemez “insan bu, çiğ süt emmiş” diyesim geliyor. Çünkü başörtüsü yasağı, Kur’an yasağından hiç farklı değildir. Kapatılan veya cezalandırılan dernekler de kapılarına kilit vurulan tekkelerden farklı değildir.
Son gelişme, hükümetin halktan ne kadar uzaklaştığının da bir göstergesi oldu. Ayrıca tekrar anladık ki; iman hala elde kordur. Ve halk olarak, Müslüman idarecilere kavuşmak için hala çok çalışmamız gerekiyor. Bununla birlikte mümin kadınlar, kanun, yasa veya yönetmelik her ne zorbalık çıkarsa çıksın; Allah’ın kendilerine emrini yerine getirmeye devam edeceklerdir. İsteyen, hala devlet babanın insafa geleceği günü beklemeye devam etsin.
Vesselam