Başbakan Erdoğan’ın hastanede ziyaret ettiği balyozcu Paşa Ergin Saygun’un oğlu Tolga Saygun, babasını Erdoğan’ın ziyaret etmesiyle ilgili olarak “Ziyaret için bizden izin almadı. Kimseye minnet borcumuz yok” sözünden sonra dün İlker Başbuğ da Başbakanın, Saygun’u ziyaretine ve tutuklu askerlerin bırakılmamasını eleştiren yaklaşımına dair şöyle söylüyor: “Önceki düşüncem ne ise şimdiki de o. Gökyüzünden bir vahiy mi indi ki, TSK şöyle oldu, böyle oldu. Bizim duruşumuzda ve düşüncelerimizde herhangi bir değişiklik yok. Ama dışarıda böyle değil, 180 derece dönüşler olabiliyor. Her an için her türlü politika değişiyor. Merakla izliyoruz.”
Sayın Başbakan’ın, balyozcu ve ergenekoncu generallerin yargılanmasının tutuksuz devam etmesi gerektiğine dair sert çıkışları ile malum tutukluluğu ve yargılamayı kınayan ABD büyükelçisinin -sayın Hüseyin Çelik’in sert tepkisine rağmen- ABD dışişleri bakanlığı tarafından desteklenen açıklamalarının aynı zamana denk gelmesi çok da tesadüfi gözükmüyor.
Başbuğ’un, öfkeli bir şaşkınlıkla ‘Gökyüzünden vahiy mi indi ki?’ şeklindeki sorusu, acaba ‘Beyaz saraydan dost ve müttefik tavsiyesi mi geldi ki?’ biçiminde de anlaşılabilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İngiliz ve batı hayranı bir paşa(general) tarafından kurulması doğal olarak militarist bir yönetim anlayışında olduğu anlamına geliyor. Türkiye’nin yönetimi için bahsedilen cumhuriyet, demokrasi, hukuk, sosyal devlet, laiklik, insan hakları ve özgürlükler gibi ne kadar kavram varsa bunların hepsi kurucu paşanın askeri lügatinde nasıl geçiyorsa öyle tarif edilmekte ve uygulanmaktadır.
ABD de aslında böyle bir Türkiye’nin müttefikidir. Yani darbeleri, muhtıraları, askeri vesayeti ülkenin gerçeği gören ve hesaplaşma olacaksa da bunu fazla abartmaması gereken bir Türkiye’nin arkasındadır.
İslamcı gömleğini(!) çıkarmadan ABD’nin sözüm ona samimi dostluğunu kazanamıyorsunuz. Bu dostluğun sürmesi için, ABD’nin dediğine sizin de terörist deyip finans sağlamayı yasaklamanız gerekiyor. Yine bu ittifakın sürmesi için NATO nereyi bombalayacaksa sizin de onların yanında olmanız gerekiyor. İran’a karşı sizin de ambargo uygulamanız gerekiyor.
İsrail özür dilediğinde aradaki dargınlığın biteceğine söz verseniz bile israil’i korumak için füze radar sistemlerinin yanı sıra, ABD’nin 8 milyar dolar karşılığında size hediye(!) ettiği patriot savunma füzelerini alıp ülkenize kurmanız gerekiyor. Arada bir ucundan efelik yapıyor pozu verseniz de ülkenizdeki Amerikan askeri üslerini kesinlikle tartışmadığınız gibi, bu üslerdeki conilerin Adana’da olduğu gibi camiye girip zarar vermelerine ve Kur’an’ı yakmalarına da tepkisiz kalmanız gerekiyor. Her fırsatta ABD’nin sıhhat ve selameti için duada bulunan dini motifli zatları söz ve itibar sahibi kılmanız gerekiyor. En önemlisi de ABD için müttefikliğin sigortası olan TSK bünyesinde tasfiye yapılacaksa bunun, halkın gözünü boyamanın ötesine geçmemesi gerekiyor. Bizzat darbe yapan veya buna teşebbüs eden birkaç generalin hakkında sadece soruşturma açılıp bir iki tanesi de farklı görevlere verilseydi, ABD, Türkiye’nin geleceğinin kurucu paşadan ve kendi planlarından farklı bir demokrasiye evrileceğine dair bu kadar açık bir endişeye kapılmayacaktı. Kaldı ki, hükümet tarafından bile anında kontrol edilemeyen yeni yargı oligarşisinin ABD tarafından yönlendirilmesinin çok da kolay olmadığını ve bunun ilerisi için ciddi riskler taşıdığını çok iyi biliyorlar.
İşte Sayın Başbakanın söz konusu yargılamaları eleştirmeye başlaması ve bir çıkış yolu aramasının asıl sebebi, MHP ve CHP kanadında gelişip batıda Ak parti tabanına da sirayet etmeye başlayan ulusalcılığın gazını alma çabasından öte doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin batılılaşma rüyası ile karışık ABD paranoyasıdır.
‘Amerika büyük şeytandır’ sözü gelişigüzel söylenmemiştir. Onun gücü gerçek olmadığı gibi, ondan koruyacak olan ise korkular değil, Allah’tır. “Oysa şeytanın, kendilerine karşı hiç bir zorlayıcı gücü yoktu; ancak biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için ona (o imkânı) verdik. Senin Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.”(Sebe 21)