Zamanın birinde bir şehirde kötülükler, münkerat, günah almış başını gitmiş. Toplum kötülerden ve kötülüklerden illallah etmiş. Ama bu durumu hiç kimse düzeltmeye çalışmıyormuş. Herkes bana ne deyip köşesine çekiliyormuş.
O şehirde yaşan Salih bir zat günah ve kötülüklerle mücadele etmek isteyince şehir halkı onu bu işten vazgeçirmeye çalışmış. Ona, “ Vazgeç bu işten. Sana ne halkın kötülerinden? Her koyun kendi bacağından asılır. Kimse kimsenin günahını yüklenmez” demişler.
Salih zat şehir halkına bir ders vermek istemiş. Bir koyun alıp kesmiş. Sonra herkesin gelip geçtiği bir cadde ortasına asmış. Mevsim yazmış. Kısa bir süre içinde koyun kokmaya başlamış. Gelip geçen herkes leş kokusundan rahatsız olmaya başlamış. Şehir halkı sonunda dayanamayıp Salih zatın kapısını çalmış. Salih zat onlara şöyle demiş, “ Demek ki her koyun kendi bacağından asılmıyormuş. Kötülük ve münkerat da bu koyun leşi gibidir. Sadece sahibine değil etrafındaki herkese zarar verir.”
PKK ve türevleri Kürdistan’ı Türkiye’nin 1930’lu yıllarına götürme hayalleri kuruyorlar. Tek parti diktatörlüğünün hâkim olduğu, farklı düşünüş ve anlayışların şiddet yoluyla sindirildiği, halkın dinine ve namusuna savaş açıldığı, camilerin ahırlara çevrildiği, İslami değerlerin alay konusu olup dinsizliğin tek kurtuluş yolu olarak gösterildiği yıllara… O karanlık dönemde Türkiye halkı çok büyük acılar çekti. Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla bütün bir halk cehennemi bir dönem yaşadı. Can güvenliğinin, din güvenliğinin, namus güvenliğinin, mal güvenliğinin olmadığı bir dönem… PKK ve taraftarları bize aynı acıları tekrar yaşatmak istiyor. Ve hiç kimse bu acılardan kaçamayacak. Allah korusun, PKK böyle bir gücü eline geçirebilirse kendisi dışındaki herkese hayatı cehenneme çevirecek. Hiç kimse PKK’nin gazabından kurtulamayacak. “Her koyun kendi bacağıyla asılır, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, bana ne, ben köşeme çekilir, bu zulümden emanda olurum” mantığı sahibine hiçbir yarar sağlayamayacak. Eşkıya gelip onun kapısına dayanacak. Malını, namusunu, hatta çocuklarını isteyecek ve o zaman da iş işten geçecek.
Doksanlı yılları ne çabuk unuttuk? O karanlık yıllarda kimim can güvenliği vardı? Kimin mal güvenliği vardı? O karanlık, çatışma atmosferinden yararlanan çeteler, devlet birimleri içine çöreklenmiş derin yapılar halka adeta kan kusturmadılar mı? O yıllarda Kürdistan adeta Teksas’a dönmüştü. Halkı korumakla yükümlü emniyet güçleri halkın korkulu rüyası haline gelmişti. Yatırımlar yok denek kadar azalmış, işsizlik had safhaya varmıştı.
Ne yazık ki devlettin vurdumduymazlığının da etkisiyle PKK Kürt halkını o eski karanlık günlere götürmek istiyor. Faşist anlayışı kendine rehber edinmiş PKK, kendi dışındaki tüm oluşum ve yapıları baskı, tehdit ve saldırılarla sindirmek istiyor. Kürdistan ‘ı kendi tekelinde görüyor, bu toprakları babasının çiftliği sanıyor. Okul çağındaki gariban Kürt çocukları pikniğe götürme bahanesiyle dağa kaçırıp silâh altına alıyor. Kendisine yakın partilerin dışındaki partilere oy verenlerin evlerini basıp kadın-erkek demeden silahlarla tarıyor, dövüyor, yaralıyor. Kendine rakip gördüğü parti mensuplarına her türlü terörü uyguluyor, onları kaçırmaya kalkışıyor, ölümle tehdit ediyor.
Çağımız medya çağı, iletişim çağı. Yapılan her şey anında her tarafta duyuluyor, görülüyor. PKK ve türevlerinin her tarafta estirdiği terör ve şiddet dalgası, kendisi dışındaki yapılara reva gördüğü zulüm ve haksızlık, Kürt halkını terörle esir alma ve sindirme politikası herkesin gözleri önünde cereyan ediyor. Ve ne yazık ki bir iki cılız sesin dışında kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Herkes saldırılara kör… Herkes üç maymunu oynuyor. Bana dokunmayan yılan mantığı herkesi esir almış. Hele hükümet… Hükümet sadece seyrediyor. Sanki PKK ile bu konuda anlaşma yapmış. “ Askerime, polisime saldırma ne yaparsan yap? Umurumda değil!” anlayışı hâkim sanki hükümette.
Çok geç olmadan başta hükümet olmak üzere herkes en üst perdeden sesini yükseltmeli. Sabır taşlarının çatlamak üzere olduğunu her basın açıklamasında haykıran ve halkını korumakla görevli hükümeti ve sağduyu sahibi herkesi göreve çağıran Mustazaf camia nefsi müdafaa çerçevesinde saldırganlara cevap vermeye kalkışırsa ne huzur kalır, ne güven ve ne de barış süreci, çözüm süreci… Herkes bu kavgadan zarar görür. Bu kavganın kazananı olmaz. Yaş da yanar kuru da… PKK saldırganlığına sesiz ve ilgisiz kalanların pişmanlığı da artık bir yarar sağlamaz.
Mazlum Kürt halkı barış ve huzur ortamını yakalamış, az da olsa ekonomik kalkınmanın nimetlerinden faydalanıyorken hiç kimsenin bu halkı tekrar karanlık günlere geri götürme hakkı yoktur. O karanlık günlere geri dönmek istemiyorsak halk ve hükümet olarak orman kanunlarıyla Müslüman Kürt halkını kendine köle yapmak isteyen PKK’ye ve onun terörüne dur demeliyiz.