Bugünlerde gündemin ana konusu olan Kürt sorununa çözüm yolları ile ilgili tartışmalar sürüp gidiyor. Bir tarafta devlet adına hükümet, bir tarafta PKK adına BDP ve şimdi de akil adamlar.
Kürtlerin temsilcisi olarak görülen PKK, Marksist- Freudist bir anlayış kökeninden geliyor. Bu anlayış dini tamamen dışlar. Dini afyon olarak görür. Sınıf çatışmalarının sebebi olarak dini görür.
Marksist anlayışa göre din, cari sosyal düzenlemeleri haklılaştıran ve üst sınıfların bir aracı olarak hizmet gören bir ideolojidir. Freud’un düşüncesi de bundan farklı değildir. Freud’a göre din bir uyutucudur. Hem Marks hem de Freud’a göre din, okunup rafa kaldırılması gereken bir olgudur. Bu nedenle sol düşüncedeki kişi, kurum ve kuruluşlar daima din ile mücadele etmiş. Bunu çatışma ve yok etme boyutuna kadar vardırmışlardır.
Cumhuriyet tarihi boyunca sol düşüncede olan CHP, dinle mücadele etmiştir. Senelerce ezan Türkçe okunmuş, camiler hayvan barınağına çevrilmiştir. Tekkeler, medreseler, zaviyeler kaldırılmıştır. Tamamen yeni bir milli din oluşturmaya çalışmışlardır. Adı dahi komünist olan bir parti kurmuşlarsa da yürümemiştir. CHP’nin düşüncesi bugün de aynıdır. Bazı ılımlı sözler tamamen politik olmaktan öte değildir.
Solun Kürt kanadı olan PKK ve PKK’nin şemsiyesinde kurulan partilerde CHP’nin çizgisindedir. Tek farkları birinin Kürt diğerinin Türk olmasıdır. PKK’nin din ile mücadelesi CHP’ninkinden aşağı değildir. Susa ve Başbağlar katliamları bunun en büyük delilidir.
“Halk bir tencere olarak düşünüldüğünde bu tencere dindar bir halk iken kendini bu tencereye kapak olarak uydurmaya çalışan Marksist anlayıştaki PKK zihniyeti bu tencereye kapak olarak uymamış-uymayacaktır.” Bu görüşü savunan Altan Tan, şu anda BDP içinde milletvekili olarak görev yapıyor. Söylem ve eylem arasındaki çelişkiye bakın.
Esasında yanıldıkları en büyük nokta, bu halkın dindar olduğu ve dinleri ile mücadele edildikçe daha da dindarlaştığıdır. Bunların topluma getirecekleri ayrışma, çatışma, çözülme ve yozlaşmadan başka bir şey değildir. Barış taleplerinde samimi değildirler ve barış sürecini devam ettirecekleri de şüphelidir.
Hükümet de PKK’nin talep ve çözüm önerilerine göre bir strateji çiziyor. Din temelli bir çözüm anlayışı gütmüyor. Müslüman halkın gerçek temsilcilerini muhatap kabul etmiyor. Çözümün temeline İslam’ı yerleştirmiyor. En aktif ve kalıcı çözümün İslami anlayıştan geçtiğini anlamak istemiyor.
Bu toplumun değerleri ile hiç uyuşmayan oynadıkları ve oynattıkları filimlerde kendi bedenlerini halka pazarlamaktan başka hiçbir sermayesi olmayanları akil insan olarak bu topluma sunanlar ile kutlu doğum arifesinde Peygamberler şehri Diyarbakır’da güzellik yarışması düzenlemeye çalışanlar, akıl ve izandan yoksun olan aynı anlayıştaki kişilerdir.
Bunlarla birlik, beraberlik, barış ve selametin olacağı düşünülmemelidir.
Birlik, beraberlik, barış ve selamet İslam iledir. İslam bütünleştirici ve birleştiricidir. Tolumu kaynaştırır ve kardeşlik anlayışı çerçevesinde yekvücut yapar. Toplumsal çözülme, bunalım, çekişme ve çatışmalarda en büyük ilaçtır. Peygamberimizin on yıl gibi kısa süren Medine’deki yönetim, tebliğ ve daveti bunun en büyük ispatıdır.
Peygamberimizin önderliğinde geçen on yıllık mücadele, sadece hicaz yöresinin değil hemen hemen bütün Arabistan’ın sosyo-kültürel, ekonomik, hukuki ve ahlaki oluşumun nüfuz dairesine girmesi ile sonuçlandı. Sosyal, kültürel, ekonomik, ahlaki ve hukuki boyutların tümünde Medeniyetin zirvesine ulaşıldı.
Şu ana kadar toplumumuz kendine her alanda rehberlik edecek bir temsiliyetten yoksun kalmış, bu yüzden kendini CHP ve BDP anlayışının pençesinde bulmuştur. AKP hükümeti döneminde yapılan kimi icraatlar, halkı ekonomik alanda bir nebze rahatlatmışsa da hukuki ve ahlaki alanda ve sosyal adaleti sağlamada yetersiz kalmıştır.
Doğu ve Güneydoğu’nun ve beraberinde tüm Türkiye’nin birlik, beraberlik, huzur, barış ve selamete kavuşması, sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki ve ahlaki alanda dünya medeniyetlerinin zirvesine ulaşması, peygamberi her alanda kendine önder kılmış Müslümanların rehberliği ile mümkündür.
Vesselam.