13 Aralık'ta Mardin'de Kadim Akademi ve MÜSİAD Mardin şubesi tarafından düzenlenen panelin konu başlığı bu şekilde idi.
Panele konuşmacı olarak değişik cenahlardan insanlar katılmıştı.
Herkes baktığı yerden meselelere çözüm önerileri sunmaya çalıştı.
Elbette biz de partimizin ve bünyesinden çıktığımız camianın bakış açısını ortaya koymaya çalıştık.
6-7 Ekim olaylarının Kürt halkına maddi manevi çok ciddi zararlar verdiği noktasında bir kesim hariç, herkeste ortak bir kanaat hasıl olmuştu.
Malum olan bu kesim hala bunu bir “Serhıldan” olarak değerlendirmeye devam etmektedir.
Kendi halkının evlatlarını barbarca katledip mallarını yağmalayan böyle bir serhıldana(!) Kürdistan tarihinde ilk defa rastlıyoruz.
Kalacağımız otelin boş olduğunu görünce gayr-ı ihtiyari sormadan edemedim, “Neden kimse yok” diye?
Otel çalışanının verdiği cevap her şeyi özetliyordu aslında: “Abi, 6-7 Ekim sonrası bütün rezervasyonlar iptal edildi!”
MÜSİAD Mardin il başkanı Sayın M. Ali Dündar'ın, “Mardin'in bu olaylardaki maddi kayıplarını tekrar elde edebilmesi için en az iki yıla ihtiyaç var.” sözü de serhıldan soytarılığının boyutlarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Panelde Prof. Ferhat Kentel'in İslami bakış açımızı ortaya koyan söylemimize yönelik, “Ben gayr-i Müslimim, bana ne vaad ediyorsunuz ya da size göre benim konumum nedir?” sorusu aslında siyaseten hitap edeceğimiz kitlenin sadece Müslümanlar olmadığını bir kez daha hatırlattı bize.
Evet, endişelerini gidermek zorunda olduğumuz kesimlerin varlığını göz önünde bulundurmalı ve “kuru, yaş” ne varsa hepsini bünyesinde barındıran Allah'ın kitabına göre çözüm önerilerini “kavl-i leyyini” esas alan bir üslupla dile getirmeliyiz.
Kürdistan coğrafyasında Müslümanlarla gayr-ı müslimlerin yüzyıllar boyunca ortak bir yaşama kültürü geliştirdiğini, gayr-ı müslim vatandaşların Ramazan ayında dışarda hiçbir şey yiyip içmediklerini, buna karşılık Müslümanların da onları dinlerini değiştirme konusunda hiç zorlamadıklarını, her iki kesimin de birbirlerinin hassasiyetlerine saygılı olduğu şeklindeki tarihi hakikatleri hatırlattım.
Halkının inancına hakaret etmeyi, söz gelimi Ramazan ayında milletin gözünün içine baka baka su içmeyi devrimcilik zanneden Batıcı grupların(İttihatçı artığı Kemalist Türkler veya Apoist Kürtler) bu sosyal dokuyu bozduklarını, gerek Emeni tehciri gerek 6-7 Eylül 1955 olayları ve gerekse de gayr-ı müslimler için çıkarılan “Varlık Vergisi”nin bu grupların marifeti olduğunu anlattım.
Kürdistan'da Ezidi'leri sahiplenmeye çalışan PKKlilerle Mısır'da kiliseleri koruma altına almaya çalışan faşist darbeci Sisi'nin aynı hokkabazlığı sergilediğini, 1400 yıldır bu topraklarda ne Sisi'nin ne de PKK'nin olduğunu, İslam'ın bizatihi kendisinin bu insanların inancı başta olmak üzere her türlü haklarını garanti altına aldığını dile getirince, Süryani olduklarını söyleyen iki vatandaşımız yanıma gelerek konuşmamın altına imza attıklarını ve benimle tanışmak istediklerini söylediler.
Mardin teşkilatımızdan arkadaşlarla birlikte bu vatandaşlarımızla hem keyifli bir sohbetimiz oldu hem de ziyaretleşme sözünde bulunduk.
Panele konuşmacı olarak katılan Orhan Miroğlu'nun şu sözleri alkşlanmaya değerdi doğrusu:
“Diyarbakır zulme karşı çıkmış bir şehirdir benim gözümde. Diyarbakır cezaevinde zulmü tattım. Buna alışığım. Ama Diyarbakır'da sığındıkları evde insanların linç edilebileceklerine alışık değilim, inanmak istemiyorum. Üstelik kimi kadınların zılgıtları eşliğinde. Bir Kürt olarak bunu kabul etmek istemiyorum. Bu apaçık bir zulümdür ve ben zulüm görmüş biri olarak bu zulmü reddediyorum.”
Mazlum Der adına panele katılan konuşmacının PKK'den “Kürt siyasal hareketi” olarak sık sık bahsetmesi, haklı olarak hem salonun hem de diğer konuşmacıların tepkisi ile karşılaştı.
Salondaki dinleyicilerden birinin, “Diğer Kürt partileri ve hareketleri Kongo Cumhuriyeti'nin siyasal hareketleri mi?” şeklindeki kinayeli sorusu alkışlanmayı hak edecek nitelikte idi.
Abdurrahman Kurt'un bu konuda PKK için “Militarist sol Kürt hareketi” tanımlaması da oldukça yerinde idi.
Ayrıca Ak Partili Sayın Kurt'un, “Darbe tehlikesinin devam ettiğini düşünüyorum.” sözleri de dikkat çekici idi.
Belki panelle ilgili söylenmesi gereken daha çok şey var ama bana göre vurgulanması gereken hususlar bunlardı.
Aykırı da olsa bütün tezlerin medeni bir ortamda karşılıklı hoşgörü ve anlayış çerçevesinde böyle platformlar aracılığı ile dile getirlmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu, aynı gemide yaşama zorunluluğu bulunan bizlerin aykırı fikirlere tahammül etme kültürünü geliştireceği gibi farklı kesimlere biribirlerini birinci elden yani birbirlerinden tanıma imkanını da sunacaktır.
Bu açıdan kadim İslam şehri Mardin'de böyle bir panel düzenleyip bizi de davet etme nezaketinde bulundukları için Doç. İbrahim Özcoşar kardeşime ve bir akşam yemeğinde katılımcılara Kızıltepe'nin meşhur Savar (bulgur pilavı) ve aluk(hindi) etini ikram ederek ev sahipliği yapan MÜSİAD Mardin şube başkanı M.Ali Dündar bey ve ailesine teşekkür etmeyi borç biliyorum.
Selam ve dua ile...