Bugüne kadar savaşlardan dünya çok çekti. İnsanlık gerçekten barışa susamış vaziyette. Bu nedenle “barış” kelimesi çok cazip ve albenilidir. Kulağa hep hoş gelir. Bu cazibesinden dolayı barışın katilleri de insanlığı ateşe verenler de “maske” olarak bu kelimeyi isim ve amblemlerinde kullanırlar. Bugün özellikle bir barış adası olması gereken İslam coğrafyasını ateşe veren AB/D-israil ve uzantıları bütün bu yakıp yıkmaları barış adına yaptıklarını söylüyorlar. Bu kâfirler güruhu tam bir hokkabazlıkla barışı bozmakla kalmıyor sözde barışı tesis edecek uluslararası teşkilatlar da kuruyorlar. BM gibi Lahey adalet divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi. Bunların adları söylemleri ile eylemleri arasındaki muazzam çelişkiyi görmemek için kör olmak gerekir. Bunların yaptıkları insana zinayı meslek edinmiş birinin isminin başına “namuslu” kelimesini yerleştirmesini hatırlatıyor.
Müslümanlar, “Velâ ratbin velâ yâbisin illâ fî kitâbin mübîn/ Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır.” (En’âm Sûresi 59) ayeti gereğince barışın nasıl sağlanacağını Kitab-ı Mübinimizden öğrenirler. Kur’an hükümlerine muhalif her şeye peşin hükümle “muhalif” biri olarak, bu konuda önce barışın nasıl sağlanacağına dair Kur’an-ı Kerim’e bakmak lazım. Evvela şu an dünyada revaçta olan barış yöntemleri, örgütleri, arabuluculukları Kitabımızca merduttur. Kur’an açıkça kâfirlerin saldırgan olduklarını mütecaviz olduklarını ifade etmiyor mu? Kâfir güçlü iken Müslümana saldırmıyorsa ya onların küfründen ya da karşı tarafın Müslümanlığından şüphe etmek gerekir. Bunun aksini dile getirmekten Allah’a sığınırım. Aksini düşünmek haşa Kitabın doğruluğundan şüphelenmektir.
Kur’an-ı Kerim’in barış formülü son derece açıktır. Ancak yaklaşık yüzyıldır ölü kitabına dönüştürüldüğü için diriler bundan yararlanamıyorlar. Ne kadar diri olduğumuz da ayrı bir tartışma konusu. Merhum Necip Fazıl’ın ifadesi ile hayat süren leşlerin Kitabı anlaması kavraması ne kadar mümkün? İşte barışın zamanlar üstü yolu: “Allah düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size karşılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme uğramayacaksınız.” (Enfal 60) Evet barışın yegâne yolu budur.
Müslümanların izzeti, huzuru, güveni ancak Allah’a güvenmekten emirlerine uymak, nehyettiklerinden sakınmaktan geçer. Böyle açık hükümler karşısında içtihada bile yer yoktur. Müslümanlar barış istiyorlarsa düşmanlarını korkutacak kadar güçlü olmak zorundadırlar. Hakiki güç sahibinin Allah olduğunu bilen Müslüman için sadece samimiyetle Allah’a taraftar olmak yeterlidir. Esbaba tevessül babında elinden geleni yerine getirdikten sonra barış Allah’ın izni ile gelecektir.
Tarih boyunca kâfirlerin barış istemesi ancak iki nedenle olmuştur; ya zayıf düşüp mecbur kaldıklarından, ya da yeniden güç toplamak için. Şimdi yeni bir taktik uygulamaya başladılar. Mesela İsrail, ortamını bulduğunda bir bahane ile Filistin topraklarına saldırıyor, işgal ettiği topraklara rahatça yerleşebilmesi için hemen barış istiyor, barış ortamında işgal ettiği topraklara iyice yerleşiyor. Sonra ilk fırsatta aynı şeyler tekrar ediliyor ve Filistinli Müslümanlar topyekûn muhacir konumuna getirilerek topraksızlaştırılıyor. israilin taşeronları ve uzantıları da şimdi bu demode olan taktiği uygulama gayretindedirler. Akıllarınca patronları gibi önce saldıracaklar, arkasından barış çağrıları yaparak konumlarını tahkim edecekler, sonra yine saldıracaklar. Ama unutulmasın ki Kur’an-ı Kerim’e dönüş başlamıştır. O dönüş ve o uyanıştır ki, eskiden Kâfirler kılını dahi kıpırdatmadan ümmeti diledikleri gibi sömürüyorlardı. Şimdi bizzat gelip leşlerini bırakarak defolmak zorunda kalıyorlar.
Önce Müslüman siyaset yapmamalı dediler, uzun süre bununla Müslümanları yönetimlerden uzak tutmayı başardılar. Sonra İslam barış dinidir, Müslümanın silahla işi olamaz, Müslüman iğne bile taşımaz dediler. Herkese caiz olan silah sadece Müslümana haram kabul edildi. Sünnet olarak sakal, cübbe sarık yeterliydi! (Gerçi şimdi bunları da çok görüyorlar ama…) Kimse silah taşımanın sünnet olduğunu, Resulullah’ın bizzat bir kâfiri eliyle öldürdüğü sünnetini dile getiremiyordu.
Musibetler müminleri uyandırdı. Artık elhamdülillah Müslümanların hem siyasi partileri hem de silahlı örgütleri var. Hamas ve Hizbullah ancak bu sayede ayakta durabiliyorlar. Kâfirlerin bütün çabaları bunları silahsızlandırma yönündedir. Barışı ve diyalogu savunanlar unutmasınlar ki iletişim için aynı dili konuşma mecburiyeti vardır. Bu nedenle siyasetçilerle siyaset dili silahlılarla silah dili konuşmak diyalog için bir zarurettir. Vesselam.