“Barışın nimetleri” Kürdistan’a gelecek mi?

Edip AKAR

Kürtçe anlatılan bir Hechecik(kırlangıç)-Leylek masalı vardır. Kırlangıç hacdan gelir, ovaya bakar; yeşeren otları görünce pek sevinir. Zira otlar dizine kadar gelmektedir. Geride kalanlara haber salar, çayırı ballandıra ballandıra anlatır. Ona kanan kuşlardan Leylek gelir, ancak ne görsün. Ova kıpkırmızı toprak, ne bahar var ne de ot. Mesele şimdilik burada kalsın, biz “Barışın Nimetleri”ne dönelim.

Benzer nitelikte renklendirici ifadeler, hükümete yakın dillerde nakarat olmuş. Çözüm Sürecinde ülkedeki havayı anlatıyorlar. Şu kadar aydır “Şehit” cenazeleri gelmiyor, yatırımlar arttı, daha önce konuşulamayan şeyler özgürce ifade ediliyor… Vs. Hükümet karşıtları ise aykırı bir şeyler söylüyorlar ama açıkçası dedikleri pek seçilmiyor. Bir mırın kırın halinde “ama” diyerek, ifade edilmeye değmez laflar ediyorlar.

Baştan belirteyim; söyleyeceklerim “o laflar”a taraf mahiyette olmayacak. Çünkü onların niyetleri belli: PKK çevresi ısrarla barış süreci tıkandı-tıkanacak argümanı ile savaş tamtamları çalarken; Kemalist cephe hala “Mücadele ölümüne devam edecek,  hainlerin kökleri kurutulacak” havasında ve “Türk” kelimesinden kastın ne olduğunu anlatmak derdindeler. Hele Ergenekoncular salıverilince pek heyecana girdiler. Tabi “ölümüne” dedikleri hep gariban halkın payına düşecek. Kendileri ise o kandan edebiyat üretecek.

Onlar sıktıkları yumruklarını bir avuçlarına bir masaya vuradursunlar; barışın bölgedeki nimetlerine(!) dikkat çekmek istiyorum. Bir buçuk yıldır yürütülen süreçte dahi görüyoruz ki; yakmalar, yıkmalar, tehditler, şantajlar devam ediyor. Elde hala silah durduğuna  –silah da bir süs aracı olmadığına- göre gerekirse öldürmeler de olacak. Aylardır karışan olmadığı için gerek duyulmamış. Güneydoğu’da, 90’lı yıllarda kimlik kontrolü sonrasında gözaltına alınma tehlikesi yaşanırken; şimdi “kendi iradeleri” ile dağa gitme tehlikesi var. Kandırılacak yaşta olmayanlar ise aylarca tutsak ediliyor. Zira herkes Dersimli “Hevale Hüseyin” gibi misafir edildikten sonra bırakılmıyor.

Bilirsiniz; Diyarbakır’da bir aile günlerce çadırda yaşadı. Çocukları “kendi iradesi” ile dağa götürülen aileden bahsediyorum. Babasının “çocuğumu süt sağarak büyüttüm” dediği ve umutlarını bağladığı oğlu, bir bahar gününde, hayatının baharında ellerinden kayıp gitmişti. Neyse ki aile devletin yaptıramadığını yaptırdı. Yoksa tıpkı niceleri gibi dağlarda ajite edilecek ve belki de bir kaç ay sonra annesine “dayıka şehida” diyecekleri bir haber vereceklerdi. Barıştır, süreçtir mühim değil, bölge insanı kurulan taziye çadırlarını görüyor. Kitleyi canlı tutmak için kan lazımsa Rojava ne güne duruyor? … Ardından PKK sözcüleri onların üzerinden güç devşirecek, karşıtları gibi kandan hem edebiyat hem siyaset türetecekti.

“Çocuk döndü, olay kapandı” diye düşünüyorsunuz belki ama durum hiç de öyle değil. Bu kez “mutlu son”lu gündeme gelmiş olsa da gençleri dağa çıkarma uygulaması 30 yıldır bölgede bir vakıa. Bir genç günlerden bir gün ortadan kayboluyor. Ailesi –bu aile en önde PKK’li olsa bile- oğlunu bulup geri getirmek için gizlice soruşturuyor, devreye etkili kişiler konuyor. Bu arada “oğlunuz nerde?” diye soranlara batı illerinden bir il ismi söylenerek “işe gitmiş” deniyor. Öğrenciyse okula gitmiştir. Kaçak bir şekilde süren kaçak aramaları bir süre sonra ümitsizliğe uğruyor. Ve “öğrenilmiş çaresizlik”: “Artık peşimizi bırakın” uyarısıyla beraber “xalti, için rahat olsun, oğlun iyidir.” sahte tesellisiyle arama bitiyor. Aylar sonra işten/okuldan dönmeyen oğlun örgüte katıldığı herkesçe anlaşılıyor. Giden kız olursa olay daha erken meydana çıkıyor. Kocaya kaçmış olacak değil ya…

Anlayacağınız; ova aynı ova, dağ aynı dağdır. “Hechecik”ler her ne kadar barışın bahar havasını ballandıra ballandıra anlatsa da dağa eleman götürme furyası sürüyor. İnsanlar kaçırılıyor, devletten “tık” yok. Seçim tercihleri sebebiyle aileler göçe zorlanıyor, bir hal hatır soran çıkmıyor. Hükümet “süreç” adı verilen şımarık çocuk hatırına bir “ayıp ediyorsunuz” bile demiyor.

Şahsen merak ediyorum: bu barışın nimetleri gerçek haliyle bizim buralara ne zaman gelecek? Teknolojiden medeniyete(!), sanayiden doğalgaza kadar her şeyin epey zaman sonra geldiği gibi bu nimetler de yıllar sonra mı bize bahşedilecek? Oysa mademki bu kazan yıllardır Kürtlerin başında kaynıyor, herkesten önce onların nefes alması gerekmez miydi? Yoksa devlet Kürtlere “bakın ben savaşı bıraktım ama PKK’nın derdi sizinle” mi demek istiyor? Yani dese haksız mı olur?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.