Birkaç hafta önceki yazımda PKK'nın Barzani'ye diş bilediğini ve ona saldırmak için fırsat kolladığını belirtmiştim.
Düşünceme katılanlar olduğu gibi hamasetle hareket ettiğimi de düşünenler oldu.
Hatta “devlet karşısında acze düşen PKK'nın Barzani'ye saldırmanın mantığı yok” diyenler de.
Bunların göremediği bir gerçek var:
PKK, kendisinden başka hiçbir güç kabul etmediği gibi, şeytanlaştırıp yenilgisinin faturasını keseceği bir günah keçisi de arıyor.
Nitekim hafta boyunca PKK'ya yakın kanal ve internet sitelerine bakanlar, hamasetle hareket etmediğimi anladılar sanırım.
Barzani, PKK'nın saldırılarına sözlü olarak bir iki defa cevap verdi ve şükür ikisi arasında henüz filli bir çatışma yaşanmadı.
Esas tehlike birkaç hafta veya bilemediniz birkaç ay sonra Barzani'nin ilan edeceği “Kürdistan'ın bağımsızlığı” sonrası olacaktır.
Evet evet, yanlış duymadınız.
Barzani, Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD'nin onayını alarak kısa bir zaman sonra “Bağımsız Kürdistan”ı ilan edecektir.
Barzani'nin “Bağımsız Kürdistan” söylemine Irak yönetimi ve diğer komşuların sıcak bakmayacağı muhakkak, çünkü İran- Rus bloğunun kontrolündeki Irak, daha çok bloğun işine geliyor.
Barzani'nin ilan edeceği Bağımsız Kürdistan'dan sonra blok devreye girecektir.
PKK, bu bloğun Truva atı olarak değil gözü kara şövalye gibi Barzani'ye saldıracaktır.
Felaket tellallığı yapma amacında değilim, ancak PKK'nın çatışma zeminin alt yapısını oluşturmak için uzun süredir çalıştığı biliniyor.
Duran Kalkan'ın “Barzani, IŞİD'den daha tehlikelidir veya Barzani Kürtlerin başına beladır.” twitleri veya ”Biz halklar olarak tam TC'den ayrılmayı düşündüğümüz bu günde, KDP'li ihanetçlerin Bağımsız Kürdistan demesi çok düşündürücü.” twiti Kürt olmayan Duran Kalkan'ın şahsından PKK'nın Barzani'ye olan öfkesi için küçük bir ipucu, Barzani'yi şeytanlaştırmak için de yeterli bir nedendir sanırım.
Barzani'nin Kürt olmayan ve Kürtçe bilmeyen Duran Kalkan'dan izin almadan “Bağımsız Kürdistan” demesi sizce de Kürtlere ihanet(!) değil mi?
İhanet, Kürt bölgesinde en çok kullanılan ve içi boşaltılarak anlamsızlaştırılan bir kelime.
Her ne hikmetse en çok da ihanet edenler tarafından kullanılmakta.
KEMALİZM'İN DOĞU VERSİYONU
Kemalist kodlarla bezenmiş, yaşı yetmişi geçmiş bir kokoşun elindeki “… , evlenmem; hamile kalırım, doğurmam” yazısını hepiniz görmüşsünüz sanırım.
Bu durum, psiko-nevrotik bir vakadır.
Fazla ağır sayılmayan bu tür hastalarda kaygı ya da diğer adıyla anksiyete ön plandadır.
Hep kötü bir durum olacakmış gibi, mantık dışı yoğun bir korku içindeler. Obsesif - kompülsif davranışlar sergilerler.
Gerçek bir kaynağı olmayan bir rahatsızlık durumu söz konusu; hayattan zevk almaz, her zaman mutsuz, huzursuz, sinirlidir. Uykuları düzensizdir.
Kazdıkları çukurlara korunma amaçlı saklanabilirler.
PKK'ya yakın bir sitede racon kesen bir köşe yazarının aşağıdaki satırlarını okuduğumda yukarıdaki tanıma benzer bir ruh halini gördüm doğrusu.
“Kürtlerin yanında duramıyorsak en azından susalım. Bu Kürtlere "durun" demekten, "barışı savunun" demekten daha iyi. Tutturmuşlar "hendek" diyorlar. Anlamıyorlarmış. Saldırıya uğrayan, kapısının önüne hendek kazıyor işte. Korunmaya çalışıyor. Neyi anlamıyorsun? Bu ahmaklık neden? Saldırıya uğramadığınız için mi? "Hendekleri kapatın." E sonra? Saldıran daha rahat saldırsın diye mi? Veya diyelim hiç sebepsiz kendi evimin önüne hendek kazıyorum. Kime ne? Devlet niye rahatsız? Mesele sakın hendeklerin arkasındaki örgütlülük, devlete ihtiyaç duymadan kendi kendini yönetme olmasın? "Örgütlülük varsa devlet müdahale etmekte haklı" diyorsanız siz devlete tapmaya devam edin o halde. Ne de olsa devlet sizin. Türk ve Sünni'siniz, bundan dolayı da ayrıcalıklısınız ve bundan şikâyetçi de değilsiniz. Kürtleri niye çağırıyorsunuz buna?”
Bu satırları iyice okuduğunuzda demin anlattığım psiko-nevrotik hastalığın birkaç level atlamış halini görürsünüz.
Kürtlerin yanında durmaktan bahsederken Kürtleri PKK ve HDP'den ibaret sanıyor yazar.
Hele “Diyelim hiç sebepsiz kendi evimin önüne hendek kazıyorum. Kime ne? Devlet niye rahatsız?” sözü tam bir travmatik durum. “hamile kalırım, doğurmam” sözünün birkaç basamak üzeri veya Kemalist kokoşun ruh ikizinin ifadesi.
Sokaklarına hendek kazdığınız vatandaşın rızası alınmış mı?
Onlara göre hiiiiç gerek yok.
Rıza göstermeyen vatandaşın evine gül mü gülle mi atılıyor?
İfadelere bakılırsa “Gül de atarım, gülle de atarım, sokak benim sokağım, komşu benim komşum.” diyeceğinden hiçbir şüpheniz olmasın.
Peki, sonuç nereye çıkar?
Çıkarılacak sonuç, çok basit.
Yeni bir anayasa şart!
Anayasa da nereden çıktı, demeyin.
Yeni anayasanın hazırlama komisyonunda PKK'nın bu özgürlükçü, aydın, kendine demokrat gazetecileri bulunmalı ve yeni yasaya göre kişinin yakınındaki birine tecavüz hakkı verilmeli.
Ne Kamboçya'da ne öldürdüğü binlerce insanın kafataslarından koleksiyon yapan Pol Pot'un kurucusu olduğu Kızıl Kmerler'de görüldü bu zihniyet.
Sadece Hindistan'nın belli bölgelerinde uygulanan kast sisteminde, görevi bir topluma önderlik etmek olan Kshatriya'ların Paryalar'a yaklaşımında izlerine rastlanır.
Oradaki yaklaşım da aşağı yukarı aynı:
Köle benim kölem; ister söverim, ister döverim.
OD EHLİNE TÜ!
ODTÜ'deki OD ehlinin yüzüne TÜ!
İbneliğe razı, mümine karşı sopa.
Kimi zaman korkak bir tazı kimileyin anıran sıpa.
Kalabalık içinde yiğit, yalnız kalınca da kuyruğunu bacakları arasında saklayan bir it.
Sabır damarımız çatladı çatlayacak.
O gün cami duvarına yanaşan itten hesabı fena sorulacak.
ODTÜ'deki duyarlı kardeşlerim, OD ehli için duadan başka yok silahın.
Islah olmuyorsa yüzüne sadece TÜ!
KANDİL SÖZCÜSÜ MÜ SENDİKA TEMSİLCİSİ Mİ?
Eğitim Sen genel başkanı Kamuran Karaca, Cizre, Silopi, Dargeçit gibi yerlerde sokağa çıkma yasağı ve öğretmenlerin söz konusu yerlerden ayrılması ile ilgili "bu eğitim hakkının ihlalidir" derken trajikomik bir duruma düştüğünün farkında değil herhalde.
bu konuda bir hevalin onu uyarmasında fayda var.
Okulun ilk haftasında Mustafa Karasu Kandil'den eğitim ve öğretim ile ilgili boykot kararı verirken Kamuran Bey, Kobani'den gizli getirilen yaralıları nereye saklayacağı ile ilgileniyordu.
Doğu ile Batı arasındaki makasın açılmasına çalışan PKK zihniyeti, 1-0 yenik başlayan Doğu'daki öğrencinin ilk dakikalarda kendi kalesine gol atmasına da neden oluyordu.
Ancak Kamuran, dağlarda Karaca avındaydı nedense.
Karaca, şehirde dağ avcısının da gönüllü taşeronluğunu yapıyordu.
PKK'nın "Öğretmenler bölgeyi terk etsin" fermanı hiç mi hiç rahatsız etmedi eğitim gönüllüsü(!) zatı.
Can güvenliği olmadığı için istifa eden öğretmenler, bırakın Kamuran'ı rahatsız etmeyi, kim bilir belki de sevindirdi.
Ne de olsa istifa edenin yerine bir HDP'linin gelme ihtimali doğuyor.
Yakılan okullar, hiç mi hiç gündemine gelmedi sendika başkanının.
Tunceli'de bir meslek lisesinin bir sınıfı toplu olarak PKK'ya katıldıklarında hiç ırgalamadı eğitimciler(?) sendikası başkanını.
Eğitimin dışında her şeyle meşgul oldu zat-ı şahaneleri.
Aylardır hendeklerden dolayı okuluna gidemeyen çocuklar da beyefendiyi rahatsız etmez.
Ateşe verilen kütüphaneler de bizim eğitim uzmanını etkilemiyor, ne de olsa ne kadar öfke, o kadar militan.
Hedef daha fazla kan.
Her gün kepenk kapattıran terör örgütü okulları kapatmış olmuyor mu?
Bu eğitim hakkının ihlali değil midir Kamuran?
İnsan sormadan edemiyor: Kamuran Bey, sen Kandil sözcüsü mü yoksa sendika temsilcisi mi?
YAPMA ÖMER!
Tarihe üç Ömer adını yazdırdı: Kimi altın harflerle, kimi lanet muhtevalı kelimelerle.
Biri; adalet timsali, efendimizin İslam dininin kendisiyle güç bulacağını dile getirdiği, müşriklerin kâbusu, müminlerin hamisi Ömer; yani Hz Ömer.
Biri; Emevi dönemi ceberut sistemden sonra İslam ümmetine kısa bir soluk aldıran, zulmetin ortasında bir nur: Ömer Bin Abdülaziz.
Bir diğeri de Hz. Hüseyin'in çocukluk arkadaşı, Sad Bin Ebi Vakkas'ın oğlu.
Dünyayı ahiretine feda eden, Rey valiliğini kaybetmemek için Hz Hüseyin'i katletmeye giden.
Yezid'in kirli işlerini yaptırdığı, Cennet'le Cehennem ikileminde cehenneme otostop çeken, kirli işlerin adamı Ömer…
Bütün bu Ömerlerin dışında bir Ömer daha var:
Babasının Hz Ömer'den ilhamla adını verdiği Ömer.
Ömer Çelik.
Bu sonuncu Ömer, bugün zor bir süreçten geçiyor.
“israil halkıyla dostuz” diyecek kadar pervasız veya sürç-i lisanın farkına varmayan Ömer.
Yetmiş milyon insanın adına konuşan, haddini aşan; halkın nefretini kazanan, öfke oklarına hedef olan, israil'i hoşnut kılan Ömer.
Ömer Bin Sad ile Ömer Bin Abdülaziz arasında tercih yapma durumunda olan ancak Ömer Bin Sad'a doğru ayağı kayan Ömer.
Misyonunu kulağına verilen yanlış sufle ile karıştıran Ömer.
israil'e umut, ümmete yeis veren Ömer!
Yol yakınken...
Bir basın toplantısıyla bir özür yeter!
Yapma Ömer!...
TERS AÇI
TAVUK MU YUMURTADAN ÇIKAR YOKSA HENDEK Mİ SAVUNMA AMAÇLI?
Yaşı yetmişlerimizin yeni yetme çocuklarla karşılaştığında sıkça sordukları bilindik bir soru var:
Tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan?
Bu soruda nedense horozu kimse dikkate almaz.
Uzun süredir ülkenin gündemini meşgul eden hendek meselesi de böyle bir mesele.
PKK ve legal görünümlü uzantısı HDP “asker mahallelere girdiği için gençler hendek kazdı” derken hükümet ve devlet kanadı da “hendek kazıldığı için operasyonlara gerek görüldü” diyor.
Yani “operasyonlar yüzünden mi hendek, hendek yüzünden mi operasyon” sorusu yine tavuk – civciv paradoksu gibi medyada tartışıladurmaktadır.
HDP grup başkanvekili İdris Baluken: “Burada hendekler kazıldığı için bir güvenlik tedbiri hayata geçmiş değil. Güvenlik konsepti hayata geçtiği için hendekler kazılmıştır.” diyerek yumurtanın tavuktan çıktığını ifade ediyordu bir anlamda. Ancak bölge halkı bu yumurtanın tavuk yumurtası değil de hendek atlatılmaya çalışılan deveye ait olduğunu pekâlâ bilir.
Yani bölge insanına göre ortada paradoksal bir durum yoktur, her şey ayan beyan.
Hendekler, çatışmalardan ve polisle askerlerin sokaklara girmesinden yaklaşık üç dört ay önce kazılmaya başlandı.
Mezkûr yerlerde on üç - on dört yaşındaki ergen çocuklar sokak aralarında uzun namlulu silahlarla güç gösterisinde bulunmaktaydı ve halk bundan oldukça rahatsızdı.
Kim olduğu belirsiz bir genç, meçhul birinden aldığı saçma bir talimatla kimi zaman bir ilçenin kimi zaman da Diyarbakır gibi koca bir kentin kepenklerini kapattırıyordu.
Gün geldi üç dört gün boyunca şehrin çöplerini toplamama eylemine giren HDP'li belediyeler halka “mademki bize oy verdiniz, b.k içinde yaşayın” dercesine anlamsız eylemlere giriştiler.
Gün geldi kontak kapatma eylemi deyip hayatı durma noktasına getirdiler.
Gazete ve televizyonlarında durdurulan hayatın görüntülerini yayınladılar, hayatını durdurdukları vatandaşın Kürt olduğunu bile bile.
Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa gibi metropol kentlerde işinde giden HDP'liler; Diyarbakır'da işine gitmeyen HDP'linin eylem başarısını konuştu, hangi aymazlığın içinde olduğunu bilmeden.
Veya Diyarbakır, Van, Mardin, Şırnak'taki Kürt: “Bir gün de metropoldeki HDP'liler eylem yapsın.” demedi, diyemedi; düşünmedi, düşünemedi veya ne bileyim belki de pas tutmuş jetonu düşmedi.
Diyarbakır, Van Hakkâri, Mardin, Batman gibi birçok ilde kepenkler kapatılırken Tunceli bu “özyönetim” mücadelesinden geri bırakılıyor, adeta Tunceli'ye üvey evlat muamelesi yapılıyordu HDP ve PKK yönetimi tarafından.
Duran Kalkan, Besê Hozat, Mustafa Karasu, Aysel Tuğluk, Gülten Kışanak gibi Alevi kökenli birçok yöneticisine rağmen Tunceli'de hendek kazdırmamak Tuncelilere tek kelimeyle hakaretti aslında ve Tuncelililer bundan mahrum bırakılmamalıydı.
Türkiye'de siyasi bilinci en fazla gelişmiş olarak bilinen Tunceli'nin de bir Cizre gibi, bir Nusaybin veya Sur gibi adını hendekler destanına yazması onun da en doğal hakkıydı.
Yoksa PKK ve yöneticileri hendeklerin akıbetinin nereye varacağını biliyorlar mıydı?
İdris Baluken'e sormak lazım:
Polis ve asker Tunceli sokaklarına girmiyor mu? Giriyorsa neden oralarda hendek kazılmıyor?
Veya başa dönelim Tunceli mi ihanet içinde yoksa PKK'nin malum yöneticileri mi Doğu ve Güneydoğu insanını kobay faresi olarak kedinin önüne attı?