Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden birilerinin yaptıkları bir sergide, Kâbe-i Muazzama ile ilgili hakaret anlamını taşıdığı ifade edilen görselleri oluşturmalarından sonra, bütün Türkiye’nin gündemine oturan başka ve tehlikeli bir sorunla karşılaştık.
Aslında bu sorun daha önce de vardı, ancak bugün bu yapıların Türkiye gündemine ‘Gezi Olayları’ gibi bir kalkışmayı oluşturacak kadar ciddiye alınmaları ve o geçmişi işmam ettirecek kadar konuşulmaya başlamaları ürkütücü.
Bu sorunu önceden defaten konuştuğumuz olmuştur. Hakaret içeren görseller üzerine gündemleşen ve adını burada anmak istemediğim ahlak yoksunu o grup ve kişilerin, yapılan saygısızlığa tepki gösterenleri fişlemeye çalışmaları 28 Şubat süreçlerini de hatırlattı.
Bu arada günlerdir Türkiye’nin gündemini işgal edecek kadar konuşulan o tahribatçı oluşumların ayrı bir güvenlik sorunu oluşturduklarını, oluşturabileceklerini de bir kez daha öğrenmiş olduk.
Geçenlerde İçişleri Bakanı canlı yayında, bu grupların Avrupa ve diğer Batı ülkelerinden aldıkları ekonomik desteği açıklarken, tehlikenin boyutunu ayrıca gözler önüne serdi.
Sayın Bakan’ın açıklamasına göre ahlaki sınır tanımayan bu sayılı sözde dernek ve oluşumların dışarıdan belgelerle tespitli aldıkları paranın miktarı 2,5 milyon dolardır. Yine Bakanın ifadesine göre bu rakamlar resmi olan rakamlar; transfer edilen paranın bunun 10 katı olduğu değerlendiriliyor.
Son gelişmelerle onların yani Batının bu ahlak bilmez kişilerle ilgili hassasiyetini de ayrıca görmüş olduk.
ABD, Avrupa Birliği ve BM, yaptıkları açıklamalarla Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yönelik yapıldığını iddia ettikleri “baskılar”ı kınarlarken, “ahlaksızlıkta sınır tanımayan” bireyleri özellikle zikrederek onların hedef gösterilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtmeleri gözlerden kaçmadı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, Avrupa Birliği komisyon yetkilileri ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (BMCHR)’nin ayrı ayrı yaptıkları açıklamaların odağında, özellikle sapkınlık içindekilerin isimlerinin anılması ve ‘Sakın ha, onlara karışmayın!’ dercesine beyanat vermeleri çok dikkat çekiciydi.
Avrupa Birliği’nden gelen açıklamada ayrıca, "Türk yetkililerin AB değerleri ve standartlarına yönelik reform gerçekleşeceği beyanlarına da aykırılık oluşturmaktadır" ifadeleri yer aldı. Bu ifadelerle Türkiye’ye, Avrupa’ya katılım talebi hatırlatılarak adeta parmak sallanmıştır.
Kâbe gibi bir mukaddesata yapılan saygısızlıktan tutun da polisin müdahale ve operasyonları ile yetkililerin yaptıkları açıklamalara kadar her bir tutumun ve fiilin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekebilir.
Suçu olmayan baskı görmesin, gözaltına alınmasın, tutuklanmasın, ona terörist denmesin. Kendi meşru haklarını savunmak ve dile getirmek adına insanlar açıklama yapabilsin, yürüsün, miting yapsın, demeç-beyanat versin. Bu haklara karşı çıkmak tabii ki doğru değil. Ancak rektör ataması karşıtlığı üzerinden çevreye zarar vermek veya yapılan saygısızlık üzerine gelen prosedürler karşısında işi farklı bir mecraya taşımaya çalışarak, dahası ifsat şebekelerinin kanıksanması ve meşruymuşlar gibi kimi değerlendirmelerin içerisine sokulmaya çalışılmaları normal değildir, doğru da değildir.
İnanın bugünün de yarının da tehlikesi, bu ifsat bireylerinin, amaçları doğrultusunda varacakları hedefleridir. Toplumu bütün insani ve İslami değerlerinden edecek; halkın ve ailenin içerisine ifsat normlarını düzecek asıl tehdit, bugün konuştuğumuz, Avrupa ile Birleşmiş Milletlerin savunduğu bu sapkın gruplardır.
Belki size garip gelebilir, ama bu grupların yarın öbür gün emperyalistler tarafından silahlandırılmaları dahi ihtimalden uzak değildir.
Gözaltına alınanların bir kısmı farklı tedhiş örgütleriyle bağlantıları nedeniyle terör veya terörist diye anılıyor olabilirler, bu ayrı. Ayrıca şu bilinmeli ki, terör ve teröristler, toplumun temeli olan aileyi yıkmak için var güçleriyle çalışan ahlaktan yoksun grup ve güruhlardır da aynı zamanda. Terör ifsat etmekse, ifsat edenler teröristtirler demektir.
Bu arada bütün bu ifsat projelerinin önünü açan sözleşmelerden bahsetmeden geçmek de doğru olmaz.
Geç olmadan şu İstanbul Sözleşmesini iptal edin ki, bütün kötülükler karşısında bir kale gibi duran aileyi korumuş olalım. Unutmayın başa ne geldiyse ‘el’lerin yapıp ettiklerindendir.
Ekin ve nesli ifsat edenlere fırsat vermeden gerekenler yapılmalı. Onları dinleyerek bir yere varılamaz. Zaten onlar her zaman doğruyu biz biliriz, siz bizi dinleyin derler.
İstanbul Sözleşmesi ve diğer yanlış, ithal sözleşmelerin arkasındaki rotasını kaybetmiş bireylere kulak asarak bir yere varamayız.
“Onlara: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde: 'Biz sadece ıslah edicileriz' derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar onlardır, ama şuurunda değildirler. (Bakara 11-12)
Fesatçıları dinlemeyin, tehlikenin farkına varalım, onların da hidayeti için dua edelim.
Selam ve dua ile.