Halkın 15 Temmuz'da başarısızlığa uğrattığı darbenin en açık gerçeği, bu darbenin ardında ABD'nin bulunduğu; bunun gerekçesinin ise Türkiye'nin bağımsızlaşma adımlarıdır. Darbenin neticesi belirsizken muğlak ifadeler kullanan ABD, darbe başarısızlığa uğrayınca darbecilere “hukuk içinde” davranılması talimatını vermeye kalkıştı. Bunu en son Mısır devriminde Suudi kralı Abdullah'tan duymuştuk. Kral Abdullah “Mübarek'e iyi davranın!” demişti. Darbede rolü açık olan Gülen için delil talep edenler, bugüne kadar kaç zavallı dindarın yargılanmasında delil aradılar. Bir güç, tarafını ancak bu kadar belli edebilir. Amerika'nın darbedeki en “akıllıca” rolü, darbecilere dışarıdaki havanın darbe için uygun olduğunu göstermek olabilirdi. Amerika, bunu sonuna kadar yapmıştır. Dört yıldır sokaktaki çocuğa bile “Bu hükümetin işi bitti artık” dedirtecek kadar bu konuda ileri gitti. Nihayet bu kadar başarılı olabildi.
Bu darbenin ikinci gerçeği, darbenin en az otuz yıldır ABD'nin emrinde çalışan Gülen grubu öncülüğünde yapıldığı ancak darbeye katılanların tamamının bu grubun mensubu olmadığıdır. Gülen grubu, dışarıdaki havayı uygun bulursa içeride ayağa kalkacaktı. Zira bu grup, içeriye hiçbir zaman inanmadı. Amerika'nın her istediğini yapabilecek kadar büyük (!) olduğuna yakin derecesinde inandı. Amerika'nın son dönemdeki Erdoğan karşıtı tutumundan cesaret aldı, ordu içindeki hep darbe heveslisi özellikle albay rütbesindeki subayları da yanına çekti. Kendisine iki yıldır acımayan halka karşı bütün intikam hırsını kusarak 15 Temmuz 2016'da tanklarla caddelerde göründü. Ama sokaklardan çıkan halk, onu çıktığına pişman etti. Bu gerçekler, bütün boyutları ile konuşuldu.
Ama bu darbenin konuşulmayan gerçekleri de vardır:
1. Gülen grubunun yıllardır fitne fesat tohumları ekerek birbirine düşürmeye çalıştığı Türkiye'nin İslamî kesimleri, omuz omuza vererek ittihad içinde bu darbenin önüne geçtiler. Hemen hemen her camianın bir veya birkaç şehidi vardır.
İnşaallah, yıllardır kardeşlerini bidat ehli diye aşağılayanlar, dışlayanlar, pasiflikle itham edenler, bu tür ithamların yerinde olmadığını, bunların bizi birbirimize düşürmek isteyen İngilizler tarafından uydurulup mevcut uluslararası sistem tarafından sürdürüldüğünü görmüşlerdir.
Senin siyasete kapalı, pasif diye bildiğin tasavvuf ehli kardeşin, işte yanı başında hatta kimi yerde senden de daha önde, elinde silah bulunan ve gözlerini kırpmadan adam öldürenlere karşı “Allahuekber” dedi.
Ve ey tasavvuf ehli kardeşim, dün seni yanlış anlayan ve senin yanlış anladığın, kimi zaman hakaret ettiğin genç kardeşin seninle aynı safta omuz omuza hem mücadele etti hem namaz kıldı.
Bu, bizim Arap İslam âleminin mühim bir kısmında anlaşılmayan gerçeğimizdir. Bizim, birbirimiz aleyhine konuşma lüksümüz yok. Burası murabıt coğrafyasıdır. Her birimiz bir burçta nöbette olmak durumundayız. Murabıtların arasında fasıklar bile Allah yolunda var olmaya odaklanır.
2. Yaşam tarzı Batılılaştığı hâlde, kendisini asla Batı'nın kampında görmeyen geniş bir kitle vardır. Bu kitle, Batılılar gibi yiyip içse de söz konusu İslam ve Batı olunca İslam'ın safındadır. Kendisini Müslüman bilir, İslam'ın aleyhine hiçbir gelişmeye destek vermez.
Batı, bir süredir bu kitleyi kazanmanın yollarını arıyordu. Bunun için bir yandan onları ideolojik olarak da Batı'nın safına çekmeye çalışıyor, bu mümkün değilse onların Batı müttefiki ılımcılara kayması yönünde çaba harcıyor. Bu iki seçenekten birinin mümkün olması içinse tekfirci grupları kullanıyordu. Batı, Tekfircilerin uygulamalarını göstererek “İşte İslam bu! Siz, bunu mu istiyorsunuz?” diye onları ikna etmeye çalışacak. Tekfirciler ve tekfirciliğe yatkın olanlar, bu tür insanları “Ya bunların Allah'la bağları sıfır” dedikçe bu kitleler, Batı'nın siyasi hanesine doğru kayacak, böylece Batı, İslam âleminde siyasi olarak demografik üstünlüğü sağlayacak, bundan sonra seçim deyip İslam âlemine ebediyen hükmetme imkanı bulacaktı.
Planları bu. Bu plan, pek çok yerde işledi. Özellikle Arap İslam âleminde ve son dönemde onun etkisine giren Hint kıtasının bir bölümünde bu kitleler siyaseten Batı'nın yanına itildi.
Türkiye'de bunu başaramadılar. Bu kitlelerin önemli bir bölümü ne ideolojik olarak Batılılaştı ne de “ılımlı” safsatasına kapılıp Gülen grubunun safına geçti. Kaç gündür, bütün kalabalıklığıyla meydanlarda, çarşafa bürünen, sakalını Allah için uzatan kardeşleriyle omuz omuza darbeye hayır diyor. Onları tekfir edip dışlayanlar değil, davet edip daha İslamî bir yaşama yöneltme çabasında olanlar, doğru yaptılar ve bunun karşılığını aldılar.
3. Milliyetçilik, İslam âleminde Batıcı laik bir eğilim olarak yayıldı. Arap İslam âleminde milliyetçiler, bir kesimi dışarıda kalsa da, bugün Batı cephesinin en önemli müttefikidir. İhvan'ın bütün çabalarına rağmen, bu kesim, hâlâ Batı ile işbirliği yapmayı Arap milliyetçiliğinin Osmanlı karşıtı gelişen yapısı üzerinden zorunlu görüyor, Arap milliyetçiliği adına Batı ile işbirliği yapıyor. Bu vaziyet, Mısır'da son süreçte İhvan karşıtı cepheye kitle kazandırdı. Darbecilerin saflarındaki başıörtülü kadınların ne yazık ki önemli bir bölümü bu milliyetçi kesime mensuptu. Bugün Filistin'de FKÖ'nün (Abbas'ın) cephesindeki önemli bir kesim de bunlardan oluşuyor.
Türkiye'de ülkücü/milliyetçi kesim 28 Şubat darbesine kadar yalpalasa da bu darbenin etkileri görüldükten sonra, sahil kesimlerinde durum hâlâ farklı görünse de, Batı karşıtı bir zemine doğru yol aldı. Son süreçte ise onların çok önemli bir kesimi meydanlara indi hatta meydanlara rengini verdi, söylemi İslamî kesimlerin söyleminden farklı da olsa onlarla omuz omuza darbeye karşı durdu.
Bu darbenin engellenmesinde bu duruşun çok büyük yeri vardır.
4. İdeolojik olarak da Batılılaştığı hâlde Amerikan karşıtı refleksi ile ya da Türkiye'deki darbelerin yol açtığı ağır travmaları görerek darbeye karşı duran bir kesim de halkla birlikte darbeye karşı çıktı. Bunların ilk kesimi özellikle ordu içinde önemli bir yer tutuyor ve bu yerini darbecileri durdurmak için sonuna kadar kullandı. İkinci kesimi ise daha çok medyada darbe karşıtı bir havanın oluşması için ilk andan itibaren elinden ne geliyorsa ortaya koydu.
Buradaki unsurların hiçbiri göz ardı edilmez ve aynı zamanda abartılmazsa inşaallah darbeciler asla başarılı olamayacaktır.
Ama, başka gerçekler de vardır:
1. Eğitim, bir “nitelikli insan fabrikası”dır, bu fabrika geleceğin rengini belirler. Türkiye'nin nitelikli insan fabrikası daha ANAP (Anavatan Partisi) döneminden Fethullah Gülen'e teslim edildi. Gülen'i bu fabrikanın patronluğundan atmak sadece lağvdır. Eğitimde lağv, tek başına derde deva olmaz. Lağvdan sonra inşanın başlaması gerekir. Bu inşa, bu kez mühendislik hataları kaldırmaz.
2. Türkiye'nin devlete hükmetmek isteyenlerin menfi işlerini ilk uyguladıkları alan, bir tür prova alanı, tatbikat alanı Güneydoğu'dur. Gülen, önce o bölgenin dindarlığını dış güçlerin isteği doğrultusunda engellemek için PKK'yi kontrollü büyütme projesinin başında yer aldı. O gün, onun bu kirli işlerini duyuranların sesini kimse duymak istemedi. Bugün o adam, alan büyüterek tüm Türkiye'de dindarların ülkenin yönetimi üzerindeki etkisini küçültme yönünde rol alıyor. Hatta bu oyunun başında bulunuyor.
Umarım bundan sonra yöre insanı “Bugün bize, yarın size” dediği zaman sesi duyulur, sözü itibar görür. Bu kadar musibet, herhalde ibret için yeterli olmuştur. Onlar, dün vatanseverlik kamuflajı yaptılar ve siz inandınız, yarın bir daha inanırsanız yarın bugünden zor olabilir.