Yaz sıcağının bölgeyi kasıp kavurduğu bir demde Ramazan'ın serinliğiyle serinleyelim istiyoruz; lakin ümmet coğrafyasında yaşanan katliam, ortalığı kasıp kavuran fitne ve fesadın sıcaklığı buna müsaade etmiyor.
Aslında hak batıl mücadelesini anlamak için tarihin herhangi bir dönemine bakmak yetiyor. Kişi, yer ve zamanı değiştirin mücadele sebepleri hep aynıdır.
Bir tarafta doğruluk, diğerinde yalan ve inkâr,
Bir tarafta merhamet, diğerinde kin ve intikam,
Bir tarafta yardımlaşma, diğerinde nemalanma,
Bir tarafta iffet ve ahlak, diğerinde ahlaksızlık,
Bir tarafta adalet tutkusu, diğerinde eksilmeyen zulüm hırsı…
İşte bu bağlamda bu mazlum coğrafyanın hakları gasp edilmiş Müslümanları, iki asra yakındır İslamî değerlerden uzak kaldı/uzak bırakıldı, bırakılıyor.
Kâbe'yi bırakıp batıyı, modayı, çağdaşlığı, Taksim, laiklik ve benzeri izm'leri kıble seçenler İslam'a dair ne varsa toplumsal hayattan kalkması için ellerinden geleni artlarına koymadılar/koymuyorlar.
Kılık kıyafetten tutun takvime kadar değiştirdiler.
Medreselerden tutun tekkelere kadar kapattılar,
Allah'ın evlerini ahırlara bile çevirmekten çekinmediler.
Kur'an ve ezanı Arapça aslından okumayı yasakladılar.
Halifelikten tutun şeyhliğe kadar ne kadar İslami unvan varsa yasakladılar.
Bugün de yolsuzluklarına muhafazakâr kılıf bulmaya çalışanlardan tutun LGBTİ ve şeytan tapıcıları meşrulaştırmaya çalışan kirli tüfek Marksist/solculara kadar aynı yasaklama ve değiştirme mantığı devam ediyor.
Ve bütün bunları gözlerin içine bakarak attıkları yalanlarla “çağdaşlık, medeniyet, batılılaşma, büyük insanlık(!)” gibi aldatıcı kılıflara büründürdüler/büründürüyorlar.
Allah'ın haram kıldığı ne kadar iğrenç ve şeytani iş, amel, fiil varsa yaşam tarzı diye halkın karşısına çıkardılar/çıkarıyorlar.
“Faiz, içki, kumar, fuhuş, rüşvet” gibi büyük günahları ve haramları milli ve Kürdî kılıfa büründürüp günlük gidişat saydılar/sayıyorlar.
Bu haramları, çirkinlikleri, günahları ve gayri İslamiliklerin karşısına çıkanları çeşitli kılıflarla ötekileştirmeye çalıştılar, zindanlara tıktılar, sürgün ettiler, darağaçlarına astılar, hunharca katlettiler, gönülleri rahat etmedi 6-7 Ekim'de olduğu gibi cesetleri yakıp üzerinden arabayla geçtiler. Daha yakın bir tarihte de köyleri evleri, insanları ve hayvanlarıyla birlikte Uhdud ashabının çukurları gibi çukurlara atıp diri diri yaktılar…
Son yüzyıl ve son bir ayımız(Mayıs- Haziran) bunun örnekleriyle doludur.
İşte Müslüman kimliğinin ve İslami duruş/kıyamının bedellini bunlardan biriyle ödeyenlerden örnekler!…
İşte laiklik, demokrasi, Halkçılık diye yutturulan Kemalizm dininin zalimce, rezilce ve insafsızca yaptıklarından size kareler!…
Şeyh Sait ve kırk sekiz arkadaşı darağaçlarında…
Bediüzzaman ve talebeleri ya zindanlarda ya sürgünlerde…
İskilipli Atıf Efendi, Erdebilli Esat Efendi mazlumane bir şekilde şehit edilenler arasında…
Geliye Zilan, Genç'in Sayer köyü ve binlerce köy ateşler arasında…
12 Eylül Diyarbakır zindanlarındaki işkence çığlıkları…
Doksanlı yıllarda Camide Kur'an dersi verdikleri için yıllarca cezaevinde tutulanlar…
Roboski, Susa, Başbağlar, Reyhanlı, Xanike, Kanêreş… Yakın zamanın köy, kasaba ve camii katliamları…
Her zaman ve zeminde İslam için yapılan çalışmaları ötekileştirenler ve hemen sihirli kelime yaftasıyla “dış güçler, kontra, derin” bağlantılı ilan edenler bilsin ki,
Ne Şeyh Sait ve arkadaşları, ne de doksanlı yılların Hizbullah'ı ve ne de bugünün Mustazaflar camiasının İslami çalışmaları dış bağlantılıdır.
Ne de bugün birilerinin bayrak yapıp mağduriyet devşirmeye çalıştığı gibi Şeyh Sait bir ulusalcıydı.
O tamamen dayanağını Kur'an ve sünnetten alan İslamî bir endişeye bağlı olarak bir İslam âlimi, mücahidi ve kıyamcısıydı…
Şeyh Said'in şu sözleri onu tanımamız ve kıyamının rengini bilmemiz için yeterlidir:
“Değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Şüphesiz mücadelem Allah ve din içindir.”
“Medreseler kapandı. Din ve vakıflar bakanlığı kaldırıldı. Din okulları, milli eğitime bağlandı. Gazetelerde bir takım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye(kıyam etmeye) başlar, dinin yükseltilmesine (İlayı kelimetullaha) gayret ederim…”
Gezi Parkı ve çapulcularından özür dileyenler, Nazım Hikmet gibi Marksist kalıntılara iade-i itibar yapanlar, Yasin Börü ve arkadaşlarına yapılan vahşete kör kesilip Atatürk büstüne verilen zarardan dolayı bin veryansın edenler; cesetlerinden bile korkup cesetlerini Müslümanlardan gizleyenler acaba Şeyh Sait ve yarenlerinden ve serriyelerinden ne zaman özür dileyecekler?…
En çirkin günahlar karşısında bile Allah'ın rahmetini hatırlayanlar, daha ne zaman kutsallaştırdıkları devlet ve etnisite putunun günahlarını boynundan atmak için çabalayacaklar?…
Dindar nesil arzusuyla meydanlara çıkanlar, demeç verenler ilhamını imanından alan bu din âlimi ve İslam mücahidini daha görmeyecek misiniz?
90 yıldır, bir mezar yerini bile bilmeye geçit vermeyen sistem baskısını ne zaman ikrar edeceksiniz, mazlum Müslüman halktan ne zaman özür dileyip gönül alma yoluna gideceksiniz?
Kim bilir, istenmediği halde şu an başınıza gelenler belki de Şeyh Sait'in; Rana Teyze'nin, başörtüsüyle okuldan okula sürgün edilenlerin, Şehit Aytaç Baran'ın, Antep'te LYS'ye alınmayan Âmine bacımızın zindan zindan dolaştırılan Müslüman mahkûmların ah'ından bir şefkat tokadıdır!
Müslüman toplum ve âlim ve fertlere dönük baskılar, ötekileştirmeler, hak gaspı, yok saymalar oldukça bu vebal boynunuzda bir utanç olarak asılı kalacaktır!