Basiret; idrak, zekâ, ilim, tecrübe, kalp ile görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, ince kavrayış ve feraset gibi manalara gelir. Başımızdaki gözle görmeye basar, kalp gözüyle görmeye ise, basîret denir. (Rağıb el-ısfahani, Müfredat, 49)
Buna göre basiret; kalp gözüyle görme kabiliyeti, işin iç yüzüne nüfuz etmek, bir şeyin içini-dışını, önünü-sonunu, aslını ve hakikatini anlayabilmektir. Bundan dolayı basiretli kalbe kalp uyanıklığı; basiretsiz kalbe ise, gafil, basîreti bağlanmak, gaflette bulunmak anlamına gelir.
Basiret ilahi bir nurdur. Hakkın batıldan ayırt edilmesine yarayan bir öngörüdür. Kalplerinde bu özellik bulunmayan kimseler hakkında Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: “Onların kalpleri vardır ama onunla gerçekleri anlayamazlar, gözleri vardır ama onunla hakkı görmezler, kulakları vardır, ama onunla hakkı işitmezler...” (A'raf, 179)
Basiret kelimesi, Kur'an'ı Kerîm'de tekil şekliyle sadece iki yerde geçer:
A- “Ey Muhammed! De ki, benim yolum budur. Ben ve bana tabi olanlar basiretle insanları Allah'a davet ederiz.” (Yusuf, 108). Burada basiret, açık delil, kesin bilgi manasında kullanılmıştır.
B- “Özürlerini sayıp dökse de o gün insanoğlu, kendi aleyhine basiret halindedir, (şahiddir)”. (Kıyamet, 14) bu ayette basiret şahit manasında kullanılmıştır.
Basar, yani açıkgözle görme, hem insanlarda hem de hayvanlarda olduğu halde basiret sadece insana has bir olaydır. İnsanlardan etraftaki eşyayı, uzaktaki bir cismi iyi ve mükemmel bir şekilde rahatça gören gözler olduğu gibi, bunu çok az görenler de vardır. Aynı şekilde eşyanın hakikatini tam anlamıyla idrak eden fevkalâde basiret sahibi olduğu gibi, bu eşyanın gerçeklerini göremeyen kalp gözü kapalı olanlar da vardır.
İnsanın kötülüklere ve ahlâksızlıklara dalması onun basiretini bağlar. Fakat Allah'a itaat, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhid akidesi, mümine üstün bir basiret ve kalp uyanıklığı verir. Bu hususta Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurur: “Mümin'in ferasetinden korkun, zira o Allah'ın nuru ile bakar.” (Tirmizi)
Bu hadisi şerif, mümindeki basiret ve kavrama kabiliyetinin üstünlüğünü gösterir. Basiret sahibi bir mümin başkalarından önce kendi kusur ve eksikliklerini görür. Bu konuda da Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurur: “Allah bir kulu hakkında iyilik murad ederse, ona, kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir.” (Müslim)
Kur'an-ı Kerim'de, “Ey basiret sahipleri ibret alınız.” (Haşr, 2) denilmektedir. Ayeti kerime, insanın ilerisi için daha tedbirli davranıp Allah'ın emirlerine ters düşmekten sakınmasını sağlamak maksadıyla bir hatırlatmada bulunmaktadır. Bu hitap sadece müminleredir. Çünkü basiret sadece müminde bulunur ve onun hasletidir.
İman bir nurdur, amelle birlikte olunca basiret olur. Basireti açık olanlar Allah'ın dostlarıyla beraber olur, onun dinine ve hükümlerine talip olurlar. Basireti kapalı olanlar ise, şeytana ve onun yandaşlarına bent olur, Allah'ın nizamına ve hükümlerine sırt çevirir ve belki düşman da olabilirler. Bunlar açıkgözle çok uzağı görebilir, ama hemen yakınındaki hileyi ve tuzağı göremezler. Bu hakikati en güzel şekilde tasvir eden şeyh Sadi Şirazi'den şu hikâyeyi anlatmakta yarar görüyorum:
Bir gün tilkiyle kartal, uzağı görme yarışına girmişler. Kartal bir dağın tepesinden ta ovanın ortasında belli bir noktada bir buğday tanesini gördüğünü söyler. Bunun üzerine ikisi beraber ovaya iner ve işaret ettiği noktaya gelirler. Kartal maharetini göstermek için birden sıçrayıp taneyi alırken avcının oraya döşediği tuzağa yakalanıverir. Meğerki avcı o taneyi av için oraya koymuştur. Kartal acılar içinde inlerken tilki de havasını atarak şu tekerlemeyi yapar; bir göz ki, hemen önündeki tuzağı göremiyorsa, uzaktan habbeyi görmesi neye yarar.
İşte basiret, sadece uzaktaki cisimleri görebilmek değil, önündeki, sağındaki ve solundaki hile ve tuzağı görebilmektir. Şeytanın tuzakları bazen çok cazip, çekici ve hatta kışkırtıcı gelebilir, sakın birden hırsa gelip ileriye atlama! Yoksa ya avcıya ya da tilkiye yem olur, gidersin. O halde mümin, basiretle hareket etmeli. Nefse cazip gelen her şeyde bir tuzak ihtimali vardır. Mümin işini ihtimale değil, garantiye bağlamalıdır.