Kimi kişilerin tüm hesapları menfaat üzerinedir. Menfaatine dokunulmadığı müddetçe dosttur.
İsteyerek veya istemeyerek en ufak bir menfaati zedelenirse daha önce samimi olduğu, kardeşim diye bağrına bastığı kişilere düşman kesilir. Hakaretler savurur. Onları yerden yere vurur. Bazen bunu o kadar ileri götürür ki elindeki tüm imkân ve kozları menfaatine dokunan kişinin aleyhinde kullanır. Düşmanlığında ileri gider. Aradaki tüm bağlarını koparır.
Böyle kişiler İslam kardeşliğini dünyevi menfaatlerine kurban ederler. Yaptıkları ile ne kadar dost olduklarını aslında ispat etmiş olurlar. Bu halleriyle bana belinizi bağlamayın, en kısa zamanda ufak bir problem veya sıkıntıda size düşman olabilirim mesajını verirler. İmanlarının ne kadar sağlam olduğunu da bu şekilde ispat etmiş olurlar.
Hâlbuki insanın ufak menfaatleri için kardeşlerine düşman kesilmesi ne kadar doğrudur?
Bir Müslüman’ın düşmanlığında ileri gitmesinin İslam’daki yeri nedir? Bu durum insanın imanının kuvvet veya zayıflığına bağlı bir haldir. İmanı kuvvetli olan, yaptıklarında ihlâslı olan kişiler basit çıkarlar peşinde koşmazlar. Ayı bir ellerine, güneşi diğer ellerine verseniz kardeşlerine en ufak bir laf söyletmezler.
Her nimetin sahibinin Allah olduğunu, her şeyin ondan gelmiş ve yine ona döneceğini, yalnızca O’nun rızası için çalışılması gerektiğini, sadece O’ndan istemek ve sadece O’ndan korkmak gerektiğini, basit ve küçük bazı hesaplar peşinde koşmanın doğru olmayacağını bilirler.
Allah’ı ve ahiret’i kavramış olan bir insan, elbette basit çıkar hesaplarına itibar etmeyecek ve Kuran’ın fedakârlık emri gereği kendi bencil hırslarını tatmin etmek için uğraşmayacaktır. Buna karşın Allah’ı ve Ahiret’i kavrayamamış bir insanın bu büyük gerçekleri göremeyip basit ve ufak menfaatler peşinde koşması doğaldır. Son derece küçük bir dünyaya ve dar bir kafa yapısına sahip olacağı için, sürekli olarak “sahtekâr tüccar” tavrı ortaya koyacaktır.
Kur’an, müminlerin üstlendikleri iman görevinden hiçbir çıkar ummamaları gerektiğini sık sık hatırlatır. Tüm peygamber kıssalarında da, peygamberlerin üstlendikleri tebliğ ve cihad görevinden dolayı hiçbir “ücret veya çıkar” aramadıkları haber verilir. Yapılan hizmet karşılığında makam ve mevki beklentisinde olmak, çıkar peşinde olmak müminlere yakışan bir tavır değildir.
Allah’ın rızasını gözeten kişi, sürekli olarak O’na ibadet halinde olur. Basit çıkarlardan geçtiği için, dünya hayatının süsü onu etkilemez. Çünkü Kur’an, müminlerle beraber olmayı ve dünya hayatının süsünü Ahirete tercih etmemeyi emretmektedir: “Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının ziynetini/süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi zikretmekten/anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf, 28)
Burada çok önemli bir nokta vardır: İnsan dine yaklaşırken, “bu yapının/cemaatin içinde nasıl bir çıkar elde ederim?” gibi sapkın bir mantıkla değil; “nasıl Allah’a hakkıyla ibadet/kulluk edebilirim, O’na itaat edip rızasını kazanabilirim?” mantığıyla düşünmeli ve hareket etmelidir. Aksi bir tavır samimiyetsizliktir.
Müminin hedefi, Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetidir. Bunun dışında küçük dünyevî çıkarlar aramaz. “”Bu nedenle Allah müminleri tarif ederken “gerçekten biz onları, katıksızca (Ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlâs sahipleri kıldık” (Sâd, 46) diye buyurmaktadır. Gerçekten de ihlâs mümini mümin yapan en önemli özelliktir.
“De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe, 24)
Bazı Müslümanların bu konuda yaptıkları yanlış hareket, Cuma suresinde şöyle uyarılır:”Onlar, bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki:’Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma, 11)
Basit çıkar gözetmek kişiyi değersizleştirir. Mertebesini aşağılara çeker. Bu konuda muhterem seydamız Molla Mizgin şöyle der: “Mizgin lıte tu zeri, tu xo nege teneke” (Müjde sana sen altınsın, kendini tenekeye çevirme). Allah seydamızdan razı olsun.
Selam ve dua ile…