Geçen yazılarımızın birinde cihadın: “fert ve toplum olarak Allah’ın kelimesinin en yüce olması, İslami değerlerin korunması ve hükümlerinin yaşanır hale getirmesi için sözlü, fiili, askeri, siyasi ve kültürel olarak yürütülen tüm faaliyetlerin ve harcanan tüm gayretlerin adıdır” demiştik.
Bu açıdan baktığımız zaman, cihadın; Habil Kabil olayından itibaren tarih boyunca kesintisiz olarak süregelen hak batıl mücadelesinin adı olduğunu göreceğiz. Binaenaleyh, Hz. Peygambere ilk cihat emri, daha Mekke’deyken gelmiştir. Başta ona özel olarak: “Ey elbisesine bürünen (peygamber)! Kalk ve uyar” ayetin inmesiyle cihad faaliyeti başlamıştır. Ancak daha sonra bu cihad, “emri bil maruf, nehyi anil münker” olarak tüm müminlere (güçleri nispetince) vacip kılınmıştır.
İslam’da asıl olan tebliğdir. Tebliğ, cihadın başlangıç noktasıdır. Tevhit akidesini yayma ve hâkim kılmanın birinci yolu tebliğdir. Bu itibarla, yeryüzünde iman ehli var oldukça ve bunun karşısında küfür ve fitne devam ettikçe cihad da var olacaktır. Daha açık bir ifadeyle cihadın bu türü, risaletin sabahından kıyametin akşamına kadar devam edecektir.
İşte bu cihadın ilk merhalesidir: Buna aynı zamanda Mekki merhale de denir. Cihadın bu türü, Resulüllah aleyhissalatu vesselama, Bi’setinden, itibaren farz kılınmıştır. Resulüllah aleyhissalatu vesselama en şiddetli ve en zor gelen cihad çeşidi buydu. Zira bu merhalede etrafında pervane gibi dönen ashabından pek kimse bulunmuyordu. Kavminden bu uğurda neler çekmedi ki. Ağır ithamlar, yalanlamalar, boykotlar, tecritler, saldırılar ve işkenceler…
Amcası Ebu Talib’in vefatından sonra kendilerine yardımcı olacak birilerini bulmayınca bir umutla Taife gitti. Ancak yüce bir hikmetten dolayı gittiği gibi eli boş döndü. Taiflilerden gördüğü ağır hakaretler bir yana şimdi Mekke’ye de giremiyordu. Nihayet o günün kanunları gereğince bir müşrik olan Mutim bin Adiy’nin himayesinde ancak Mekke’ye girebilmişti.
İbn-i Kayyım El Cevzi’nin ifade ettiği gibi: Cihad, İslam`ın zirvesi ve kubbesi olduğuna göre, Onun ehlinin Cennetteki yeri de dünyada olduğu gibi en yüksek yerdir. O zaman cihad ehli hem dünyada hem de ahirette en yüce insanlardır. Resulüllah (s.a.v.) ise bunların zirvesindedir. Hepsinde Resulüllah (s.a.v.) zirveyi yakalamıştır. O, kalbiyle ve yüreğiyle, davet ve beyanla, kılıç ve mızrakla Allah yolunda hakkıyla cihad etti. Onun her anı; kalbi ve ruhuyla, dili ve eliyle cihad üzereydi. O nedenle bu âlem içinde Allah indinde zikri en yüce, değeri en yüksek insandır. Gönderildiği andan itibaren Allah (c.c.) Onu cihad ile emretmiştir:
“Dileseydik elbet her memlekette bir uyarıcı gönderirdik. Mademki yalnız seni gönderdik, o halde kâfirlere itaat eyleme ve bununla onlara karşı büyük bir cihad ile cihad et.” (Furkan: 51-52)
Cihadın ikinci merhalesi: Hicret Cihadıdır. Resulüllah’a ilk iman edenlerin çoğu zayıf ve savunmasız kimselerdi. Bunlar, dinlerinden döndürülmek için müşriklerin ağır işkenceleri altındaydı. Kureyş bunların boğazlarını sıkarak ağır eziyetler ve işkenceler çektiriyordu. O dönemde Resulüllah (s.a.v) onlara Habeşistan`a hicret etmelerini emretti. Müslümanlardan önemli bir grup oraya hicret etti. Bilahare Müslümanlardan Medine`ye hicret etmesini emretti. Bu cihadın, Mus`ab bin Umeyr’in Medine’ye hicretiyle başlayıp, Resulüllah (s.a.v.)in hicretiyle tamamlandığını söyleyen âlimler olduğu gibi, kıyamete dek devam edeceğini söyleyen âlimler de vardır.
Sahabe’nin geçirdiği en zorlu cihad buydu. Çünkü bunda vatandan, aileden, maldan ve dostlardan ayrılıp, durumlarını bilmedikleri, tanımadıkları insanlara, alışık olmadıkları bir beldeye! Sonlarının ne olacağı malum olmadığı bir halde çıktılar! Tüm bunlar nefsin taşımakta zorluk çektiği veya ayrılmak istemediği hususlardır!
Bu tür cihadın sahabe üzerine ne denli ağır geldiğini Hz. Bilal’in şu sözlerinden anlıyoruz: “Keşke bilsem! Bir gece geceleyebilecek miyim acaba? Ot ve çalıların etrafımda olacağı bir vadide… Ve bir gün gidebilecek miyim Mecenne suyunun başına... Ve bana görünecek mi acaba! Şamme ve Tufeyl” Bundan sonra da şöyle devam etmiş sözlerine: “Allah’ım bizleri vebalı yere çıkaran Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia ve Ümeyye b. Halefe lanet et.” (İbni Hişam)
Resulüllah (s.a.v), ashabın gurbetten dolayı yaşadıkları çeşitli sıkıntıları gördüğünde şöyle demiştir: “Allah’ım Mekke`yi bize sevdirdiğin gibi Medine`yi de onun gibi hatta daha fazla sevdir. Ona şifa ver. Onun ziraatını (sa` ve müddünü) bereketli kıl. Hummasını buradan al götür. Onu sellerle süpür götür.” (İbni Hişam)
Cihat’la ilgili yazılarımız devam edecek, Allah’a emanet olunuz.