Öncelikle bir gerçeğin altını çizerek konuya girelim: Rejim, üniversite ve akademisyenlerin niteliği sadece bizim değil, günümüz dünyasının birer sorunudur. Çünkü yeryüzünde ne adil bir rejim vardır ve ne de ismi ile müsemma bir üniversite! Sadece ve sadece birbirine kıyasla daha az zalim olan rejimler var ve yine birbirine kıyasla vesayetin daha hafif olduğu üniversiteler var! Akademisyenlere gelince… Onların da bilgiyi esas alanları, doğruları esas alanları, bilginin ve doğrunun gereğini yapanları ve kısaca ilmiyle amil olanları oldukça azdır.
Konu uzamasın diye Türkiye’nin rejimi, Türkiye’nin üniversiteleri ve Türkiye’nin akademisyenleri üzerinde yoğunlaşacağız. Ama konuya girmeden önce günümüz dünyasında adil bir rejim olmadığı, vesayetten arınmış üniversitelerin bulunmadığı ve akademisyenlerin de çoğunun paralı askerleri aratmadıkları yönündeki iddialarımızın ispatı olacak bir örnek verelim.
ABD’den Avrupa’ya kadar kendilerini insan haklarının ve demokrasinin havarileri olarak tanımlayan ülkeler kendi içlerinde her ne kadar görece bir demokrasiyi oturtmuş olsalar ve vatandaşlarının kimi temel haklarını güvence altına almış olsalar dahi “öteki” olarak gördükleri dünyada vahşette, zorbalıkta, kan dökmekte ve oraları sömürmekte hiçbir sınır tanımıyorlar. Onların üniversiteleri de kendi devletlerinin işledikleri bu suçları mahkûm edeceklerine araştırmalarıyla ve projeleriyle desteklemekten geri durmuyorlar. Örneğin, yine ABD’den Avrupa ülkelerine kadar onların sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “öteki” olarak gördükleri dünyada işledikleri ve hala işlemekte oldukları vahşetlerden, darbelerden ve kısaca insanlık suçlarından rahatsız olduklarını beyan eden bir üniversite göremezsiniz. Akademisyenlerinin ezici çoğunluğu da bu suçlara “bilimsel” kılıflar uydurmanın çabası içindedirler. Bunun için de şu örnek yeterlidir: Bütün dünyaca malumdur ki, israil kurulduğu günden bugüne kadar işgalcidir. İsrail, artık sıradanlaştırdığı günlük cinayetler, katliamlar ve neredeyse her gün biraz daha toprak işgal ettiği içindir ki, Birleşmiş Milletler’in en fazla kınadığı, suçlu bulduğu ve mahkûm ettiği bir ülkedir. Fakat ABD’nin ve Avrupa’nın üniversiteleri ve akademisyenleri savundukları hukuk, insan hakları ve demokrasi gibi değerler adına bu olumsuzlukları en azından eleştireceklerine, BM’nin herhangi bir kararını desteklemek anlamına gelen bir imayı bile “antisemitizm” diye itham edecek kadar bağnaz ve tetikçidirler.
Ve geliyoruz bize tahakküm eden rejime, üniversitelerimize ve akademisyenlerimizin niteliklerine… Rejim için söylenecek çok şey var, ama sadece şu kadarıyla yetinelim: Bizler millet olarak irademizin eseri olmayan bir rejimle yönetilmekteyiz. Yürürlükteki anayasa darbecilerden kalma olmasına rağmen milletin onu değil değiştirmek, değiştirmeyi önermek bile suç sayılıyor. Türkiye’nin rejimini kısaca tarif etmek gerekirse; inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı, bölücü ve ötekileştiricidir.
Üniversitelerimiz de haliyle bu rejimin birer aynasıdırlar. Bu nedenledir ki, adları üniversite olsa da işlevleri nedeniyle daha çok birer askeri kışla ve birer mankurtlaştırma merkezidirler. İster vakıf ve isterse devletin üniversitesi olsunlar, şu ve bu vesayetin tetikçiliğini yapmayan bir üniversite göremiyoruz!
Bu rejim mevcut iktidarın bir eseri olmadığı gibi üniversitelerin şu veya bu odağın kışlaları gibi işletilmeleri de bu iktidarla başlamış değildir. Akademisyen dendiğinde de ne yazık ki, toplumun ve mağdurların hafızasında canlanan sahneler hiç de hoş değildir. Örneğin ilk akla gelen şeyler ikna odaları, darbe yanlısı mitingler, insanları etnik ve dini aidiyetleri üzerinden fişlemeler, kendileri gibi inanmayanlara ve kendileri gibi giyinmeyenlere yönelik hak gaspları ve daha nice zulümler onların birer utancı olarak hafızalarda tazeliklerini koruyorlar.
Evet, hakkını teslim etmek gerekir, mevcut iktidar kimi haksızlıkları ortadan kaldırmıştır, ama diğer alanlarda olduğu gibi üniversite alanında da yükümlülüklerini hakkıyla ve layıkıyla yerine getirdiği söylenemez. Bu kolay değil, ama üstesinden gelinemeyecek kadar zor da değildir. Yeter ki, hükümet 15 Temmuz ruhu taşıyan milletin iradesini kendi iktidarını uzatmanın ve üniversitelerdeki vesayetlerin yerine yenilerini ihdas etmenin aracına dönüştürmeye tevessül ve tenezzül etmek yerine icraatlarının merkezine hakkı, adaleti, ehliyeti ve liyakati alsın. Bizim de hükümeti, kurumları ve şahsiyetleri eleştirmemizin ve takdir etmemizin merkezinde bu değerler vardır.
Sonuç olarak rejimden üniversitelere ve akademisyenlere kadar hepsi iktidarıyla ve muhalefetiyle bizim sorunumuzdur. Bu tespitten hareketle müşterek talebimiz, hedefimiz ve çabalarımız da adil bir rejim, ismi ile müsemma üniversiteler ve ilmiyle amil akademisyenler yönünde olmalıdır. Bunu başaramadığımız sürece bu zilletten kurtulmayacağımızı yaşadığımız tecrübeler bize göstermektedir.
Tabii ki, bu mücadeleyi de şiddete vardırmadan vermeliyiz. Ki hem rejimin baskılarını geriletebilelim, hem üniversiteleri asli hüviyetlerine kavuşturabilelim ve hem de tetikçi akademisyenlerin sultalarına son verebilelim.