Ahmet Taşgetiren (Star):
“Şu ana kadar, o Yapı'dan “15 Temmuz Türkiye'ye bir saldırıdır. Arkasında ve içinde şunlar şunlar vardır” gibi bir açıklama gelmedi. Kendi dışlarında olmuşsa bile, en azından 15 Temmuz'u anlamak gibi bir çaba içine girmeleri beklenmez miydi? Memleket yanıyor ve bunların “Kundakçılar”ı görmek gibi bir hamleleri olmuyor? Neden acaba?
Kundakçıların kendilerinden olması yüzünden mi?
Birisi çıksın “Kundakçılar hak ettikleri cezayı bulsun” desin. Hani nerde?
İnsanları savaşa soktunuz. Zihinleri kinle doldurdunuz. Erdoğan'a yönelik kinler cinayet işleyecek bir yoğunluk taşıyordu. Onun içinden insanların canına kasteden darbe girişimi de çıkardı. Hiç boşuna inkar etmeyin.
“Hizmet”diye bağlananları da yaktınız. O ayrı bir cinayet. İnsanların “Cemaat” algısını zehirlediniz. O ayrı bir cinayet. Elleriniz kanlı. Sizi hangi tevbe arındırır?”
Taşgetiren önemli şeyler söylüyor.
Her ne kadar kendini farklı yerlere iltisaklı olarak göstermeye çalışsa da Taşgetiren'in uzun süre “içerden” konuştuğu ya da en azından öyle bir ima verdiği biliniyor.
Örgüte, karanlık bağlantılara, kirli istihbarat ağına değil de “içerde” olan ve her şeyi Allah için yaptıklarını söyleyenlere sesleniyor.
Ama Taşgetiren çok iyi bildiği çevrimiçi bilgi akışından ve bu akışın nasıl bir enformatik döngü oluşturduğundan söz etmiyor.
O yüzden de eksik kalıyor söyledikleri.
Tupkı Gülerce'nin söylediklerinin eksik kalması gibi.
Bu arada hem Taşgetiren hem de Gülerce'nin eski Milli Mücadeleci olduğunu belirteyim.
Ertuğrul Özkök (Hürriyet):
“Başbakan Binali Yıldırım önceki gün şunu söyledi:
“Türk siyasi tarihine, bu örgütün (FETÖ) ortaya çıktığı 1966'dan beri bakın, bu örgütle mücadele eden 2 dönem vardır; birisi rahmetli Erbakan'dır, diğeri de AK Parti iktidarı, Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Bunun dışındaki siyasi liderler, hep örgütle iyi geçinmişlerdir. Tarihi olaylara dönün bir bakın, bunu göreceksiniz.”
Dikkatle okudunuz mu?
Ben üç defa dikkatle okudum.
Tabii kendi kendime sordum.
“Erbakan FETÖ ile hangi mücadeleyi yapmış?”
Ve o hangi dönemdi?
Tabii ki Erbakan-Çiller koalisyonu...
Yani?
28 Şubat dönemi...
Hemen arkasından şu soru geldi:
Peki, neydi o dönemdeki mücadele?
Dınnnn!...
28 Şubat kararları değil mi?
Demek ki neymiş?
Erbakan'ın başbakan olarak imzaladığı 28 Şubat kararları, FETÖ'yle mücadele için alınmış.
Bu sözlerin anlamı şudur:
28 Şubat davası siyaseten düşmüştür.
O zaman sormazlar mı...
İyi de o 28 Şubat davası niye hâlâ sürüyor?
Erbakan'ın verdiği mücadele haklıysa o insanlar niye hâlâ mahkemelerde sürünüyor?”
Özkök'e bir daha “dınnn” demek istiyoruz.
28 Şubat kararları Erbakan'a dayatıldı. Peki, kim tarafından? 28 Şubatçılar tarafından.
Fetullah Gülen 28 Şubatta hiç zarar gördü mü? Görmedi. O zaman bir daha “dınnnn”. 28 Şubat Gülen'in de desteklediği bir süreçti ve Gülenciler hariç tüm İslami camialar büyük baskılara muhatap oldu. Gülen, başörtüsü yasakçılarını rahatlatan meşhur “teferruat ya da furuat” sözünü o zaman söylemişti.
Ahmet Hakan Coşkun (Hürriyet):
“SAADET Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, partisinin üst düzey yöneticisi FETÖ'den gözaltına alınınca...
“28 Şubat'ı gördük, böylesini görmedik” demiş.
Sanırım Türkiye'de her nefis...
“28 Şubat'ı gördük, böylesini görmedik” demeyi tadacak.”
Ahmet yine dersini çalışmamış.
Saadetçilerin tepkisi olay ve dönemlere değil kişileredir. Onların içinden bazıları 10 yıl önce de “CHP AKP'den iyidir” diyorlardı ki o dönem AB uyum yasalarından dolayı ortama bahar gelmişti.
Bize bak Ahmet!
Biz 28 Şubat'ta da, sonraki nekahet döneminde de, Gülen grubunun devlete hakim olduğu dönemde de, şimdi de benzer zulümlere muhatap oluyoruz.
Ve kıyaslama yapmıyoruz.
Nedim Şener (Posta):
“Fetullahçı Terör Örgütü, neredeyse 40 yıl kendisini “cemaat” diye pazarladı. Her dönemin siyasi konjonktürüne göre kendisini ayarlayabildi. FETÖ lideri Gülen 28 Şubat sürecinde üniversitede başörtüsü yasaklanırken, üyesi genç kızlara başlarını açabileceğini dahi söyledi.”
Nedim Şener'in bu cümlelerini de Ertuğrul Özkök'e cevap olarak düşünebiliriz.
Fatih Altaylı (Habertürk):
“Bir kolajın üzerinde “15 Temmuz Destanı. Şehitlerimize ve Gazilerimize Saygıyla” diyen bir ilan.
Dün yazılarını okuduğum iki gazeteci, bu ilanı sevmediklerini açıkladı.
Bunlardan ilki Ahmet Hakan Coşkun.
Ahmet Hakan, “...Askerimizi zelil durumda sembolize eden afiş yapacağına, kutsal topraklara gider gibi Pensilvanya'ya giden milletvekillerinin afişini yap” demiş.
Ertuğrul Özkök ise “PKK'ya, YPG'ye, IŞİD'e karşı savaşan bir asker, Türk subayını böyle pespaye gösteren bir afiş karşısında bu afiş karşısında ne hisseder? Ben kendimi iyi hissetmedim. 15 Temmuz'da oluşan birlik ruhunun böyle bir afişe ihtiyacı yok” demiş.
Bu eleştirilere her fikir gibi saygı duymakla birlikte, ben asla böyle bir eleştiri yapmayacağım.
Bunun iki nedeni var.
İlkini söyleyeyim.
Sevgili Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan kardeşim.
Siz o ilanın altında hangi kurumun adı yazıyor gördünüz mü?
Görmediyseniz, söyleyeyim: “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı.”
Yani!
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de başkomutanı olduğuna göre, o ilanı veren “başkomutanlık”.
Başkomutanlık bunu söylüyorsa, size ne?”
Altaylı'dan son cümlede müthiş kapak!
Neyse onu bir tarafa bırakalım ve askerin darbedeki rolünü konuşalım.
Son cümlem çok saçma oldu değil mi?
Darbede askerin rolü konuşulur mu? Darbeyi askerler gerçekleştirmeye çalıştı. Eğer varsa başkalarının rolü üzerinde konuşulmalı.
Memlekette darbeye girişenler belediye zabıtaları değil tanklarıyla, zırhlı araçlarıyla askerdi.
Halkı, meclisi bombalayan pilotlar TSK mensupları idi.
Onlar darbe ile itibarlarını beş paralık ettiler. Eğer itibar kazanmak istiyorlarsa millete hizmet edecek, ülkeyi savunacaklardır.
Ahmet Kekeç (Star):
“Biraz daha gerilere gidelim:
Hayko Bağdat, Taraf gazetesinde Kemal Kılıçdaroğlu'yla bir söyleşi yapıyor. Kasım 2013... Henüz 17/25 girişiminin düğmesine basılmamış.
Hayko Bağdat soruyor: “Ergenekon, Balyoz gibi davalarda hukuki aksamalar olduğunu ifade ediyorsunuz. Fetullah Gülen cemaatinin bunda sorumluluk sahibi olduğunu düşünüyor musunuz?”
Kılıçdaroğlu cevaplıyor: “Yargıçların belli bir merkezden talimat aldığı ve o talimat çerçevesinde yola çıktıkları söyleniyor. Ben bu talimatın siyasal iktidar tarafından verildiğini düşünüyorum. Yani bunu cemaate değil doğrudan doğruya iktidarın yargı üzerindeki baskısına bağlıyorum.”
Biraz ileriye gidelim:
FETÖ kanallarının uydudan çıkarılmasından sonra Zaman gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Ünal ve Kemal Kılıçdaroğlu bir araya geliyorlar.
Bu bir araya gelişi, Mustafa Ünal iki gün sonra, “Cemaat mazlum...” başlığıyla yazı konusu haline getiriyor.
Bu görüşmede Kılıçdaroğlu şu ifadeleri kullanıyor: “Ben cemaat için örgüt demedim... Cemaat mazlum... Mazlumu savunmayacağız da kimleri savunacağız?”
Yazının başlığı “Kılıçdaroğlu 17/25'ten önce FETÖ'ye nasıl bakıyordu?” şeklinde konmuş.
Ahmet Kekeç'e şöyle bir soru sormak isterim.
17-25 Aralıktan önce siz nasıl bakıyordunuz Ahmet Bey?
Sadece bir örnek vereyim. 12 Haziran 2012 tarihli bir yazıdan kısa bir alıntı ile “dost”luğu görebileceksiniz.
“Bir kısım arkadaşımızın konuya yaklaşımı, ne yazık ki “muarız” kesimlerce manipüle ediliyor ve cemaate yönelik “algı üretiminde” kullanılıyor... Ve bu giderek “sistematik” bir hal alıyor.
Buna en başta, kendisini cemaate yakın hisseden kalemlerin itiraz etmesi gerekir... Ki, bu yönde bir “özen” içinde göremiyoruz kendilerini.
Bunu da küçük bir dost sitemi saysınlar.”
Rıza Zelyut (Aydınlık):
“15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlatılan o rezil afişleri gördünüz. AKP ve onun komutanı Tayyip Erdoğan, belli ki bütün gücünü Türk ordusunu değersizleştirmeye harcıyor.
Afişlerde perişan görüntülü askerlerle onlara haddini bildirmiş bazı siviller var... O siviller, Boğaziçi Köprüsü'nün başında emir kulu askerin başını kesen alçak IŞİD militanları aslında. Afiş, özünde o IŞİD'lileri yüceltiyor.
Ortada FETÖ yok... FETÖ'nün arkasındaki Amerikancı NATO yok... Düşman belli: Türk ordusu...”
Bir adamın isminin önünde gazeteci olacak ve bu kadar kör ve sağır olacak.
Bir defa başı kesilen asker yok! Başı kesildiği söylenen kişi gazetelere konuştu.
IŞİD militanı diye söz edilenlerden biri şimdiye kadar onlarca dizide rol almış ve halen bir dizide rol alan bir tiyatrocu. Diğer şalvarlı ve sakallı kişiler de Çarşamba cemaatinden ve o sırada yaralı askeri hastane için ambulansa yetiştirmeye çalışıyorlar.
Bu konu ile ilgili onca yazı yazıldı, foto paylaşıldı, söyleşi yapıldı; ama kendine gazeteci diyen biri halen aynı teraneyi mırıldanıyor.
Cahillik mi, gerçeklerden korkmak mı, karar veremedim.
Mehtap Yılmaz (Yeniakit):
“Feto'nun Osman'ı Abdullah Gül'ün açıklamasına şimşek gibi bir “kapak” yapıverdi. Bildik sinsilik, bildik laf sokmalarla hem de:
“Belki beraber geldikleri Fehmi Koru'nun Hocaefendi ile sarılmalarını seyredince ‘Birbirinizi çok özlemişsiniz!' dediğini hatırlatmam sayın Gül'ün hafızası için yeterlidir. Şayet bu kâfi değilse, mekanımıza dair bazı hususları anımsamaları da faydalı olabilir.”
Gül, “ziyarete gitmedim” diyor.
Feto diyor ki: “sarıldık…”
Gül diyor ki: “Düşünce, din ve siyaset anlayışım açısından hayatımın hiçbir döneminde yakınlık duymadığım bu örgüt lideri.”
Feto diyor ki: “Ya nasıl hatırlamazsın? Biz sarılırken Fehmi Koru: ‘Ah canım… Birbirinizi ne çok özlemişsiniz' demedi mi?”
İşin ilginci, Bilderberg Fehmigül de böyle bir şeyi hatırlamıyor. Acaba Feto amcası ananasları mı kesti? Hatırlaması için bilmem kaç kasa ananas gerekli?
O değil de Feto amcası, neden Bilderberg Fehmi'yi de bu işe dahil etti?”
Abdullah Gül, Fehmi Koru ve FETÖ…
Mehtap Yılmaz, önce bir yargıya varmış, sonra da aklınca meseleye ironik yaklaşıyor.
Ben sadece şunu sorayım.
Fehmi Koru, Bilderberg'e katıldığında ya da Başbakan yardımcısı Ali Babacan katıldığında hiçbir tepki vermeyen İslami kesimin kalemşörleri neden şimdi oradan vurmaya çalışıyor?
Tamam, Bilderberg son derece karanlık bir toplantı ve işin içinde kirli ve derin bağlantısı olan kurumlar var. İslami kesim bu konuyu çok işlemiş ve iyi biliyor.
Yine soruyorum Fehmi Koru, 2006'da Bilderberg'e gittiğinde neden tepki göstermediniz?