Son zamanlarda dindarların da zamandan şikâyet ettiklerini sık sık duyuyoruz. Biz daha önce böyle değildik. Zaman bozuldu, toplum bozuldu. Artık kendimizi koruyamıyoruz diye… Bu konuyla ilgili yıllar önce İnzar Dergisi’nde bir öykü kaleme almıştım. Güncelliğine binaen kardeşlerimle tekrar paylaşmak istiyorum.
Modern asırda da olsa veli kullar her zaman var. Ümmetin direnişine katkıda bulunan Salih kullar. İşte bu kimselerden, Allah’ın Salih, veli kullarından ikisi arkadaş olmuşlardı. Bu Salih zatlardan biri köyde, diğeri ise şehirde yaşıyordu. Şehirde yaşayan Salih zat:
“Gidip köydeki kardeşimi göreyim. Hem özlemimi gidermiş olur hem de biraz insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilir, Rabbimle baş başa kalırım.” Diye düşündü.
Köydeki veli zat kendisini görmeye gelen arkadaşının ziyaretine çok sevindi. Onu alıp dağda kaldığı mağaraya götürdü. Köydeki Salih zat, dağ başında, yeşillikler içindeki ıssız bir mağarada yaşıyordu. Mağara şarıl şarıl akan bir ırmağın kenarındaydı. İnsanlardan, toplumdan, kötülüklerden uzak, dağ başındaki mağarasında gece gündüz ibadet ve oruçla, duayla zamanını geçiriyordu köydeki Salih kişi…
Şehirde yaşayan Salih zat köydeki arkadaşının yerini çok beğendi. Günlerce orda kaldı. Bir tas taze süt ve bir parça kuru ekmekten başka yiyecekleri yoktu ama keyiflerine, mutluluklarına gıpta edilirdi. Gündüzlerini ırmağın kenarında sohbet ve oruçla, gecelerini de sonsuz gökyüzünün altında, yüzlerini okşayan serin meltemin ve sessizliğin verdiği huzurla, namaz ve duayla geçiriyorlardı.
Şehirde yaşayan Salih zat oradan ayrılmak istemiyordu. Lakin sadece kendisi için yaşamayı bencillik sayıyordu. Onu bekleyen insanlar vardı. Nasihatlerine, telkin ve uyarılarına muhtaç insanlar… Gitmesi lazımdı. İstemeye istemeye geri döndü şehirde yaşayan Salih zat.
Aradan günler, haftalar, aylar geçti. Bu defa köydeki Salih zat şehirdeki kardeşini görmek için yola çıktı. Kardeşini göresi gelmişti. Gerçi şehre gitmek istemiyordu. Şehrin kötülük ve günah mekânı olduğunu duymuştu. Şehre ilk gidişiydi bu. İnsanlardan, toplumdan kaçıyordu. Yalnızlık içinde Rabbine yönelmeyi ve Rabbiyle baş başa geçireceği bir ömür yaşamayı istiyordu. Ama şehirdeki kardeşini o kadar özlemişti ki sonunda dayanamayıp yola koyulmuştu. Birkaç gün kardeşinin yanında kalacak sonra geri dönecekti.
Şehirdeki Salih zat köydeki kardeşini yanında görünce çok sevindi. Gözyaşları içinde ona sarıldı. Onun da kardeşini göresi gelmişti. Günahla yoğrulmuş bir toplumda, gözlerin iyilere hasret olduğu bir zamanda Salih bir kulla oturup sohbet etmek, onunla beraber olmak büyük bir mutluluktu.
Şehirdeki Salih zat yoksul bir hayat sürüyordu. Bir gecekonduda yaşıyordu. Tüm zamanını toplumu irşada vakfetmişti. Gece gündüz demiyor sohbetten sohbete koşuyor, insanları Allah’la tanıştırmak için hiçbir fedakârlıktan çekinmiyor, karşılaştığı zorluklar, toplumun anlayışsızlığı onu yıldırmıyordu.
Köydeki Salih zat şehirde çabuk sıkıldı. Dört duvarın arasından dışarı çıkmıyordu çünkü. Arkadaşının yoksul gecekondusunda zamanını ibadetle geçirmeye çalışıyordu. Arkadaşının tüm ısrarlarına rağmen dışarı çıkmıyordu.
Çok geçmeden köyde yaşayan Salih zat arkadaşına:
-Senden ayrılmak istemiyorum ama burada çok sıkıldım, dedi. Köyüme, ıssız mağarama dönmek istiyorum. Şarıl şarıl akan ırmağın kenarında, yeşillikler içinde Rabbimle baş başa kalmak istiyorum.
Şehirde yaşayan Salih zat, kardeşinin çabucak şehirden bıkıp ayrılmak isteyişine üzüldü. Ona:
-Neden benimle beraber dışarı çıkmıyor, insanların arasına karışmıyorsun? Diye sordu. O zaman sıkılmazsın.
-Ben seninle nasıl şehirde dolaşırım ey aziz dostum! Diye hüzünle başını salladı köyde yaşayan Salih zat. Münkerat, günah, isyan şehri adeta tutsak almış. Sokak ve çarşı günahkârlardan geçilmiyor. Başını nereye çevirsen bir günah, bir kötülük… Bir sefer dışarı çıkayım dedim çıktığıma pişman oldum. Yol boyunca yarı çıplak kadınlarla karşılaştım. Onlara bakmamak için gözlerimi yerden kaldıramadım. Hiç çevreme bakma imkânım olmadı. Önlerinden geçtiğim dükkânlardan yükselen şarkılar kalbime birer hançer gibi saplandı. Günahı ve haramı, her türlü isyan ve çirkinliği öven bu şarkıları dinlememek için o an sağır olmayı diledim Rabbimden. Güneşin altında dolaşmaktan yorulup gördüğüm bir parkta dinlenmek istedim. Parkta oturan gençler o kadar kaba ve çirkin laflarla birbirleriyle konuşuyorlardı ki orada oturmaktan hayâ ettim. Bunlar sadece birkaç örnek kardeşim! Her nereye baksam Allah’a karşı isyan ve günahla dolu… Caddeleriniz, sokaklarınız, çarşı ve pazarınız, şehir içi arabalarınız, duvarlarınız, marketleriniz günahı yansıtan birer ayna sanki. Ben böyle bir yerde nasıl sıkılmam? Nasıl mutlu olurum? Ben köyüme, ıssız mağarama dönüp Rabbimle halvete girmeyi arzuluyorum…
Şehirdeki Salih zat arkadaşına uzun uzun baktı. Gözlerinde derin bir hüzün ve acıma vardı. Sonunda ağlamaklı, hasret yüklü bir sesle köyde yaşayan kardeşine şunları söyledi:
-Sen birkaç gün dayanamadın bu bataklıkta yaşamaya ey Allah’ın dostu, peki ben nasıl bir ömür burada yaşamaya dayanıyorum hiç merak ettin mi? Ben de isterim dere kenarının o huzur dolu sessizliğinde Rabbime yönelmeyi, günlerimi namaz ve duayla geçirmeyi… Ama ya insanlar… Onlar ne olacak? Kim onların hidayeti için çalışacak? Onları kaderleriyle baş başa bırakıp kaçmak peygamberi bir metot mu? İrşat görevimiz ne olacak, hakkı hâkim kılma davamız ne olacak? Kötülüğün olmadığı bir yerde kötülükten emanda olmak maharet değil… Bataklıktan uzak durursan zaten bataklığın çamurları sana bulaşmaz. Maharet bataklıkta yaşadığın halde temiz kalabilmendir. Günahın ortasında günaha bulaşmamandır. Münkeratın içinde onunla savaşabilmendir. Peygamberler, Salihler, veliler hep bunu yapmışlardır. Onlar bataklıkta etrafa koku saçan birer gül olmuşlardır. Evet, kardeşim maharet bataklıkta bir gül olabilmektir. Haydi, ver ellerini bana! Bu günah bataklığında birer iyilik ve hakikat gülü olarak etrafımıza hidayet kokusu salalım ve güllerin sayısını artıralım ki gün gelsin bu kötü kokulu bataklık zarif bir gül bahçesine dönüşsün. Dirilten ve hayat bahşeden bir gül bahçesine…